Darbeler 100 Yıldır Aynı Mizansenle Yapılıyor!

Yayın: 08:05 - 24.01.2013
Güncelleme: 08:05 - 24.01.2013

BAB-I ALİ BASKINI’NIN 100. YILINDA TÜRKİYE’DE BUZLAR ÇÖZÜLÜYOR

 

 

İstanbul’da bundan tam 100 yıl önce bugün, darbelerin miladı olarak tarihe geçen Bab-ı Ali Baskını gerçekleşti. 23 Ocak 1913’ten itibaren bu topraklarda ne faili meçhul cinayetler ne de sivil iktidara karşı darbe girişimleri durdu.

 

ŞANLI OLDUĞU İÇİN DEĞİL UTANÇ VERİCİ OLDUĞU İÇİN HATIRLIYORUZ

 

1908’den itibaren yeşeren çok sesli ortamı yok eden darbe, Türkiye’nin en genç milletvekili olan İstanbul Milletvekili Bilal Macit tarafından TBMM çatısı altında dile getirildi. Gündem dışı söz alarak konuşan İstanbul Milletvekili Bilal Macit, tarihimizde bazı dönüm noktalarını, şanlı olduklarından değil, tam tersi utanç vesilesi olduklarından ve üstelik bugünümüze miras bıraktıklarından dolayı hatırlanması gerektiğini söyledi.

 

Darbenin, 1908’den itibaren yeşeren çok sesli ortamın, entelektüel hayatın canlandığı bir dönemde yapıldığına dikkati çeken İstanbul Milletvekili Macit, İttihat ve Terakki’nin Bab-ı Ali baskının ardından kendi diktatörlüğünü kurduğunu belirtti. Macit, “Her türlü farklı sesi bastırdı ve gayrimeşru ilan etti. Bab-ı Ali baskınının mirası ise maalesef kalıcı oldu” dedi.

 

İttihat ve Terakki’nin iktidara el koymakla kalmadığını, kör, topal da olsa, var olan çokpartili seçim sistemini ve canlı fikir hayatını sona erdirdiğini belirten Macit, o gün Bab-ı Ali yokuşunda yaşananları şöyle anlattı:

 

BAŞBAKANLIK BİNASINI BASTILAR

 

“Henüz daha paşa olmamış Enver ve daha sonra Teşkilat-ı Mahsusa’nın zalim tetikçisi olarak şöhret yapacak İttihatçı fedai Yakup Cemil’in başı çektiği bir grup toplantı halindeki kabineyi Bab-ı Ali yokuşunda, şimdiki Valilik olan binada o zamanki başbakanlık binasında bastı. Kabine mensupları ne olduğunu anlamaya çalışırken Harbiye Nazırı Nazım Paşa vuruldu. Enver ise sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa’nın makamına girerek, kafasına tabanca dayayarak ona istifa mektubunu yazdırdı. Bu esnada İttihatçıların ateşli hatibi Ömer Naci  Bab-ı Ali önünde toplanan kalabalığı coşturarak, Yaşasın Millet! Yaşasın İttihat ve Terakki! diye bağırtarak, galeyana getirdi. Bellidir ki; bu şekilde milletle İttihat Terakki özdeşleştirilmekte ve vatanseverliğin tek ölçütü İttihat Terakki şakşakçılığına indirgenmektedir. İşte bu çok tanıdık bir siyasi stratejidir. Doğruyu ve vatanseverliği ben belirlerim. Farklı düşünen ise haindir.İşte bu hengame ve mizansenle İttihat ve Terakki iktidara el koymakla kalmamış, kör topal da olsa, ideal olmaktan uzak da olsa bir çokpartili seçim sistemini ve canlı fikir hayatını sona erdirmiştir.”

 

DARBELER BAB-I ALİ’DEN MİRAS

 

Bab-ı Ali baskını öncesindeki beş yılın, bilinçli bir politikayla millete unutturulduğunu vurgulayan Macit, konuşmasını şöyle sürdürdü:

 

“O zaman “Hürriyetin İlanı” olarak anılan 1908 bir çok bakımdan çok sesli bir ortamın beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmasıydı. Bu dönemde canlı bir entelektüel hayat yeşermişti. Ancak, maalesef bu çok renkli ve özgür ortam topu topu beş yıl sürebildi. Bugün Türkiye’de çok partili sisteme ve demokrasiye geçişimizi, 1950’den başlatırız. Ancak bu şekilde  1908-1913 arası bu beş yılın sayısız dergisini, gazetesini, farklı ideolojilerin kamusal alanda tartışmasını hatırlamayız. Sanki bizim tarihimizde çoğulculuk hiç yaşanmamış ve tarihimizin bir parçası olmamış gibi. Bab-ı Ali baskınını da hatırlamamızı istememişler, zira tesis edilmiş baskı ve denetim sisteminin illa da bir tarihsel zorunluluk olmadığını fark etmemizi arzu etmemişlerdir. Her türlü farklı sesi bastırıp gayrimeşru ilan ettiler. Bab-ı Ali baskınının mirası ise maalesef kalıcı oldu.”

 

Türkiye’de gerçekleştirilen darbelerin ve ortaya çıkarılan darbe girişimlerinin aynı mizansenle yapıldığına işaret eden Macit, “Bab-ı Ali Baskını, çoksesliliğin, “nizam ve asayiş ” adına, “dış tehditler” adına, fitne ve nifaka karşı uyanık olma adına bastırılması sonraki dönemlere de intikal eden ve her türlü otoriter uygulamayı ve baskıyı meşrulaştıran bir manivela oldu. İttihatçıları tek parti dönemi takip etti. Yine her türlü farklı ses dışlandı, yasaklandı, mahkum edildi. Çok partili dönemde ise dolaylı baskı ve kontrol mekanizmaları süregitti. Yine her türlü fikir denetim altında tutuldu. Kısacası vesayet sistemi kendini korudu” diye konuştu.

 

TÜRKİYE’DE BUZLAR ÇÖZÜLÜYOR

 

Konuşmasında Rus edebiyatçı İlyaEhrenburg’dan da alıntılar yapan Macit, 23 Ocak 1913’ten 100 yıl sonra Türkiye’nin içinde bulunduğu tabloyu şöyle çizdi:

 

“Nasıl 1908’in beş yılındazengin bir ortam yavaş yavaş yeşerdiyse bugün de 2002 sonrası aynı durum sözkonusu. Rus edebiyatçı İlyaEhrenburg’un 1953’te Stalin’in ölümünün ardından yeşeren canlı ve kısmen özgürleşmiş ortamını tanımlamak için kullandığı tabirle “buzlar çözülüyor”. Bugün Türkiye’de yaşanan kışın ardından bahar gelmesidir. Daha önce ifade edilmeyen fikirler şimdi rahat ifade edilir oluyor, vesayet sistemi ortadan kalkıyor ama bunlar kolay olmuyor. 1908’in, 1913’te bilinçli olarak tarihin ve hafızalarımızın uzaklarına ittirmesinin ve unutturmayı başarmasının ardından Bab-ı Ali baskınını hatırlamak için çok uygun bir zaman. Bab-ı Ali baskınından beri üzerimize çökmüş ve bizi de köreltmiş karanlığı yırtmak, buzları çözmek için de uygun bir zaman.”

 

Exit mobile version