Eğitim Seviyemiz

Yayın: 18:58 - 24.01.2016
Güncelleme: 18:58 - 24.01.2016

TV’de bir haber.: “Birinci dönem sona erdi. 17 milyon öğrenci ve bir milyon öğretmen tatile çıktı.” Emekli bir öğretmen olarak bu habere çok sevindim. Sevindim çünkü sınıf mevcutlarımız 60’dan 17’ye düşmüş. Yani bir sınıfta bir öğretmen ve 17 öğrenci var.

Bu ülkede 30 yıl öğretmenlik yaptım. Köy ve şehirde, kent merkezi ve taşrada çalıştım. İlkokul, ortaokul ve lisede görev yaptım. Benim sınıflarımda, sınıf mevcutları hep 40’ın üzerindeydi.  Sınıflarımız ya 55 ya da 60 kişiydi. Bu ortalamanın, 40 yıl sonra da olsa 17’lere düşmüş olması ne güzel.

Karnelerini alan torun ve yeğenlerim, bir kısmı beni ziyarete gel. Bir kaçının evine de ben gittim. Çocukların;  bir elinde karne, diğer elinde takdir ve teşekkür belgesi…  Anne babalarda ise: “ Bak, benim çocuğumun karnesindeki tüm notları pekiyi”  diyen sevinç ve gurur gülücükleri.  Ya da aldığı teşekkürü beğenmeyip, “Öğretmen bir puan daha verseydi; benim ki de takdir alacaktı diyen” ince bir kinaye var.

Çocukları, anne ve babalarını tebrik edip, karne harçlıklarını verdikten sonra çocuklara bir iki soru sordum. Niyetim çocukları günün kahramanı, çocukların başarısını sohbetin konusu, yapmak. Ben sordum, çocuklar anlattı. Çocukların verdiği cevaplar yeni soruları doğurdu. Konuyu tam olarak anlamak için çocukların defter ve kitaplarına baktım. Eşe dosta bir iki soru sordum.

Bir öğretmene 17 öğrencinin düşüğü sınıflarda çocukların elinde tablet, sınıflarda akıllı tahta var. Var ama birinci sınıf öğrencisi: ocak ayında henüz okuma yazmayı bilmiyor. İkinci sınıf öğrencisi; bölme işleminden bi haber. Üçüncü sınıf öğrencisi:  dört işlemin yer aldığı problemleri çözmekte zorlanıyor. Dilekçe yazamayan lise öğrencilerimiz, ÖSS’de 40 sorudan iki matematik sorusunu cevaplayamayan üniversite adaylarımız var.

Bundan 40 yıl kadar önce ben birinci sınıfı okutuyordum. Sınıfımda 50 öğrenci vardı. Bu öğrencilerin yarısı Kasım ayında okumaya başlamış, diğer yarısı da ocak ayında okuyordu. Çocuklar 15 tatilde okumayı unutmasınlar diye elimle yazıp, resimlediğim minik birkaç kitapçığı çocuklara vermiştim. O yıllar, çocuklar birinci sınıfta: dört işlemi öğreniyor, ikinci sınıfta: problem çözmeye başlıyor, üçüncü sınıfta ise: dört işlemin yer aldığı 5-6 işlemli problemleri çözüyorlardı.

Ya şimdi? Bir öğretmene 17 öğrenci düşüyor. Çocukların elinde bilgisayar, sınıflarda projeksiyon makinesi, duvarlarda akıllı tahta var ama 40 yıl önceki o başarı yok.  Üzülerek söyleyeyim ki; bu suç hepimizin suçu.  Suçluyuz çünkü çocuklar düne göre çok geride ama öğretmene: “Bu neyin takdiri?” demek yerine kendimize ve çocuğumuza bir paye çıkarıyoruz.

Milli eğitim ile sanki aramızda gizli bir ittifak var.  Milli Eğitim, veliden, veli Milli Eğitimden memnun.  Milli Eğitim; gözü ve kasları tam gelişmemiş beş yaşındaki çocuğu okula alıyor. Veli:  5 yaşındaki çocuğu “Benim çocuk çok zeki “ diyerek okula gönderiyor.  Milli Eğitim: “Batıda böyle” , anne:  “Benim çocuğum aptal mı” diyor.

Elekle su taşınır mı? Taşınmaz. 5 yaşında okula giden çocukla da eğitim olmaz. Hele bir de kasları gelişmemiş çocuğa el yazısını dayatırsanız? Bu sonuç kaçınılmaz olur. Kaçınılmaz ama kimin umurunda? Takdir belgesi duvarda asılı mı? Asılı.

Eğitim sevisinden, çocuğun bilgi ve becerisinden bana ne? Öyle mi?

Mustafa Telli

Mustafa Telli
Exit mobile version