MENÜ ☰
Esentepe Avrupa Konutları

Sarı Bisiklet



Güneş karşı tepeden doğmak için nazlanıyor, sonbahar henüz tembelliğini atmış, gün doğacak doğmasına da, “elleme anne, beş dakika daha uyuyayım” diyen talebe misali tatlı bir avareliğe bürünüyordu. Özgürlüğün doyasıya tadını çıkaran kuşlar, kanatlarında sıcaklığını hissettikleri güneşin ilk ışıklarına şükranlarını sunmak için sabahı müjdelercesine şakıyordu.
Kafası büyüklüğündeki cevizi kucaklamış sincap, zıpkın gibi fırlayıp ağacın güvenli tepelerine kapağı atıverdi. Homur homur kahvaltılık arayan yaban domuzu, yeni uyandığından mı, zaten aksi bir hayvan olmasından mı nedir, sinir sinirli eşeleniyordu. Tepelikteki kayanın oyuğunda bekleyen üç yavrusu açtı. Mücadelesi sinirden değil, besbelli çaresizliktendi.
Sabah mesaisine erken başlayan ağaçkakan delirmişçesine ağacı gagalıyor, bütün gece boyunca umarsızca puhulayan baykuş, ağaçkakanın çıkardığı gürültüden, zavallı tüneğinde ifrit olmuştu. Hepi topu iki saat şekerleme yapmaktı derdi.
Toprak ana o bildik vakurluğunu takınmış, yüce anaçlığıyla tüm canlılara merhaba demeye hazırlanıyordu. Çocuklarıma bugün ne yemek yapsam telaşı vardı sanki üzerinde. O her vakit cömertti. Ana olmak bunu gerektirirdi. Verdikçe mutlu olan canım toprak ana.
Evet yeni bir gün başlıyordu. Her canlının var olabilmesi için; nefes alıp şükrettiğinin, ağlayıp veyahut güldüğünün, doğduğunun ve hatta öldüğünün ispatı, delili yeni bir gün..Dört milyar yıl boyunca tekrar tekrar başlayan gün..

Mostar Bridge / Mostar Köprüsü

Yeni bir gün, tabiat için bir müjde, Bosna için zulüm demekti halbuki. Zulümün baş aktörleri dünyanın gözü önünde soykırım ve katliam oyununu sahneye koymuşlardı.
Gece boyunca içtikleri votkanın etkisiyle uyuşan beyni henüz kendine geliyordu. Uzunca bir süre sabah serinliğinde üşüyen bacağını ovalarken, ormanın sessizliğine kulak kesildi. Tüfeğine uzandı. Çeliğin üzerinden oluşan nemi beresiyle sildikten sonra namlusundan öperek, “bugün beni mahcup etme” dedi.
Birkaç çalı çırpı toplayıp ateş yakmaya yeltenen Bojan, uyuşuk, tembel bir manga askerin uyanması için havaya bir el ateş etti. Havuç tarlasına dalmış tavşanın, büyük bir iştahla havucu mideye indirirken, karşısında dikilmiş tilkiyi gördüğü andaki korkuya benzer bir dehşetle tüm manga yerinden sıçradı. “Sizi uyandırmaya kıyamadım yavrularım, günaydın” dedi sinsice gülerken.
On beş kişilik manga, komutanları üsteğmen Bojan önderliğinde tüm gece ağızları kuruyana kadar saatlerce zafer şarkıları söylediler. Kuruyan ağızlarını votka ile nemlendirip tekrar tekrar söylediler zafer şarkılarını. Dans ettiler. Bir gün öncesi katlettikleri altmış Bosna direnişçisinin şerefine “yaşasın Sırp milisler” naraları attılar.

“Toparlanın biran evvel, çok işimiz var zırdeliler” dedi Bojan. “Telsizden yeni emir geldi. Husiç köyüne saldıracağız.” Boşnak kızlarını bekletmek istemezsiniz değil mi?” On beş canavarın ağzından akan salyaları görünce çok keyiflendi.
On iki yaşındaydı Beyiç. Babasını tifo hastalığına kurban vermiş, son iki yıldır pazarlarda yumurta satarak evine, anasına yuvasına erkeklik yapan minik beden Beyiç..
“Anacığım börek ve yumurtalar hazırsa Pazar vaktidir” dedi. Birkaç aydır süren çatışmalardan haberdar ana yüreği gönülsüz hazırladığı sepeti kapı eşiğine bıraktı.”Sen çok yiğit adamsın oğul, bir çatışmaya denk gelirsin, Sami abinin tezgahına koşup saklan. Yiğit dediysem de sen, kimseye bulaşma. Bilirim deli yüreksindir. Anacığını yalnız koyma deli gönül, yolunu gözletme tez gel” dedi. Sıkıca sarıldı evladına. Göz göze geldi ana oğul. Uzun uzun sayfalarca roman dahi yazılabilecek; acıları, bahtsız kaderleri, hayalleri, onulmaz yaraları anlatan birkaç saniyelik o hüzünlü ana oğul bakışıydı bu..
Köyün minibüsünde bulduğu ilk koltuğa kendini attı. Sepetine sıkı sıkı sarıldı. Akşam kazanacağı paranın bir kısmını hayalini kurduğu bisikleti almak için kumbarasına yuvarlayacaktı. Hayalini bile kurmak, zaten al al yanaklarını heyecandan kıpkırmızı yapmaya kafiydi. Limon sarısı, üç vitesli bisiklet. Baba yokluğu ve fukara evinin sorumluluğu arasında sıkışmış koca yüreğinin, minicik bedeninin olağanüstü hayali sarı bisiklet. Okula gidememenin verdiği üzüntüyü hiç değilse bisikleti ile telafi etmek.. Bir çocuk yüreği Tanrıdan başka ne dileyebilirdi ki? Safiyane ve masum bir istek..

Bir saate kasabasının pazar yerine vardılar. Hemen hemen her gün gelen ölüm haberleri yüzünden ürkek bir güvercin misali, telaşlı, kaygı ve korku  dolu bekleyişlerin, tezgahlarında nasip arayan Boşnakların pazar yeriydi Mojdan.
Özenle yumurtalarını istif etti, börek tepsisini tezgahta boş bulduğu bir yere yerleştirdi. “Erkencisin oğlum” dedi sebzeci Sami. Beyiç’in babasının okul sıralarından arkadaşıydı. Bego yittiğinden beri Beyiç’in hamisi oldu. Korudu, kolladı köyün bahtsız yiğidini. Gözünden sakındı Bego’nun emanetini.
Bojan liderliğinde hazırlıklarını yapmış Sırp mangası ormanlık alandan çıkıp, Husiç köyüne doğru patika yola saptı. Geçerken birkaç Boşnak tarlasını yakıp, yol boyunca denk geldikleri onlarca koyunu telef etmekten hayli keyif aldılar. Husiç köyünden önceki son tepeliğe vardılar. Pazar yerine dikkati kesilen komutan Bojan “Burada mola verelim” emri verdi. 
Mangadan ayrılıp pazarı çok net gören bir kayanın üzerine yerleşti. Cebinden çıkardığı votka şişesinden birkaç yudum aldı. “Kahrolası Müslüman, korkmuyor da bu zevzekler ya hu dedi” sinsice gülerken. “Biz adamlarını haklarken para ve boğaz derdindeler, deli lan bunlar” dedi. Tüfeğini aldı, birkaç gün önceden kurduğu hain planı uygulamak üzere doğruldu. Önce Sniper’ın dürbünü ile pazar yerini gözetledi. Hedefini belirledi. Bir süre bekledi. Vücudu gerildi, yapmalıydı, vazgeçmek anlamsızdı. Ve hatta bu Boşnak direnişçilerinin belini bükecek, kim bilir Teğmen Bojan Sırpların gelecekteki kahramanı olacaktı. Nefesini tuttu. Tetiğe bastı.

Uzun uzun yol aldı kahpe kurşun. Yıllarca birlikte yaşamış, komşu ve hatta akraba olmuş iki toplumun geleceklerine, onurlu tarihlerine kara bir leke olacak sinsilikte, parçası olduğu Avrupa’dan ve hatta insanlıktan koparacak hedefine ilerliyordu. Dinini, kültürünü, kimliğini sömürmeye çalışan, canı pahasına direnen Boşnaklara atılan o kahpe kurşun, Türklerin Çanakkale’de ve Yemen’de korumaya çalıştıkları, ayakta tutmaya çalıştıkları vatan sevgisi ve insanlık onurunun tam kalbine doğru hızla yol aldı. 200 gün boyunca milyonlarca kurşunun yağdığı, çocukların, bebeklerin, yaşlıların bakımsızlıktan öldüğü, en acısı ise binlerce Boşnak kadınına yapılan tecavüzlerin habercisi oldu bu kurşun. Osmanlı-Türk tarihinin onuru Mostar Köprüsü’ne atılan kurşunun da ta kendisiydi. Bego’nun yetimi, Sami’nin emaneti Beyiç’in alnına isabet eden, sarı bisiklet hayaline son veren namussuz kurşundu. Sırp canilerin zevk için Boşnak avladıkları Sniper tüfeklerinin ilk kurşunu..
O gün kahpe bir silah çocuk vurdu,O gün çocukla birlikte insanlık da vuruldu,Medeniyetin göbeğinde,Burnunuzun dibinde,Çok acı bre, O gün çocuk alnından,İnsanlık kalbinden vuruldu..

Saraybosna’yı, Mostar’ı gezerken göreceksiniz ki, bizim şehirlerimizde park yoktur. Bütün parklarımız şehitlerimizin istiratgahı olmuştur. Boşnakların en mahir işlerinden biri de mezar taşıdır. Bu sözün ne anlama geldiğini şehirlerimizin dört bir köşesinde karşınıza çıkacak şehitliklerimizde göreceksiniz. Dünya Bosna’yı o mucizeyi ve onurlu direnişiyle hatırlasın istesem de bizim yüreğimizde sakladığımız ama yine de yüzümüze yansıyan şey “acı”dır. Lütfen bize acımayın. Bahsettiğim bu acı ancak bir Boşnak’ın anlayabileceği ve hakkıyla yaşayabileceği bir histir .Aliya İzzetbegoviç

Kelebek…

Zarafet, narinlik. Özgürlük sembolü.

Mavi…

Denizin, gökyüzünün, sonsuzluğun rengi. Özgürlük sembolü. Peki ya ikisi birleşince?

Kocaman bir acı “mavi kelebek”…

Mavi kelebekler Avrupa’nın orta yerinde, Bosna Hersek’te yaşanan bir katliamın simgesi…“Bastığın yeri toprak deyip geçme” sözü bizlere tanıdık. Durum Bosna’da da benzer. Attığın her adımda bir toplu mezara rastlamak mümkün. Bosna Savaşı’nda 312 bin kişi öldü. 35 bini küçücük çocuklardı. Binlerce çocuk annesiz, babasız kaldı. Tarif edilemez acılar yaşandı. 50 bin kadın tecavüze uğradı. Ruhunda tamir edilemez yaralar açıldı..Ölenler toplu mezarlara gömüldü. Sadece bugüne kadar 500’ün üzerinde toplu mezar ortaya çıkarıldı. Bunların 300’ü mavi kelebeklerin yardımıyla oldu. İşte bu yüzden de mavi kelebeklerin hikayesi bugüne kadar duyduğum en yürek yaralayıcı öykü…Bosna Hersek’te bulunan toplu mezarların üzerinde mavi kelebeklerin uçtuğu fark edilmiş. Bir, iki derken bunun tesadüf olmadığı anlaşılmış. Durum biraz incelenince toplu mezarların olduğu yerlerde toprağın yapısının değiştiği, mezarların üzerinde farklı bitkiler oluştuğu belirlenmiş. Bu koku da mavi kelebekleri çekiyormuş. Birçok kişi için kocaman bir acı olan bu hikaye, Bosnalılar içinse bir umut olmuş.

Sevdiklerinin kemiklerini bulmak, sadece onlardan bir ize rastlamak isteyen binlerce kişi günlerce mavi kelebekleri izlemeye, onların peşinden gitmeye başlamış. Nice ömür mavi kelebeğin peşinde geçti…

İki yüzlü Avrupa’nın bu yıl Nobel Edebiyat ödülünü Srebrenitsa ve Bosna soykırımını ve katliamını inkar eden Peter Handke’ye vermesi biz Boşnakların acılarına tuz basmıştır. Tarih bu ikiyüzlülüğü affetmeyecektir.

📆 21 Aralık 2019 Cumartesi 16:21   ·   💬 0 yorum   ·   ⎙ Yazdır
Esentepe Avrupa Konutları

KARTAL'DA HAVA

İSTANBUL

BLOG

YENİ SAYI
Kartal Gazetesi Ekran görseli web anasayfa

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Henüz anket yok.

BAĞLANTILAR