SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ

MOBİL UYGULAMALARIMIZ

Kartal Gazetesi

Paylaş
veya
aşağıdaki bağlantıyı paylaşın:
Anasayfa Genel Flaş

‘Kamusal Alan’ Koca Bir Yalan!

Yayınlanma:
ABONE OL
‘Kamusal Alan’ Koca Bir Yalan!

Eğitim-Bir-Sen Genel Basın Yayın Sekreteri Ali YALÇIN, kamusal alanda başörtüsü yasağı yüzünden ‘Peruk’ takmak zorunda kalan, inancı ile çalışma zorunluluğu arasında preslenen öğretmenlerin durumunu yazdı. Başörtülü öğretmenlere ve kılık kıyafet zulmüne uğrayan bütün bayanlar için “Kamusal Alana Girene Kadar Değil, Zulüm Bitene Kadar Özgürlük” talebinde bulundu. İşte o yazı.

 

Müslümansınız, inancınız gereği başınızı örtüyorsunuz ve örtmediğinizde vicdanınıza söz geçiremiyor, rahat edemiyorsunuz. Ben huzursuzum ne yapmalıyım diyorsunuz. Size,  “başörtüsü dînin zarûriyâtındandır, yani hükmü zarûrî, açık ve kesin emirler kısmındandır, farzdır, farziyeti içtihat konusu teşkil etmez. Öyleyse gereğini yapmak zorundasın. Beşeri yaptırımlar seni isyana sürüklememeli. Hâlike isyan olan işte, mahlûka itaat olmaz” deniliyor.

 

Çıkış yolu arıyorsunuz. ‘Peruk tak’ diyenler çıkıyor. Araştırıyorsunuz, peruğun eskiden daha çok insan saçından yapıldığını, şimdi ise sentetik elyaf ve benzeri şeylerden de yapıldığını öğreniyorsunuz. Hz. Peygamber’in (SAV) kadınlara, bir başka kadının saçını başlarına koymayı veya saçlarına eklemeyi yasakladığını, her kadının kendi saçı ile var olmasını istediğini öğreniyorsunuz.

 

Eğer mazeret sebebiyle başa saç eklenecekse, bunun da insan saçı olmasının men edildiğini; yün, pamuk vb. nesnelerden yapılan saç benzeri şeylerin olmasına ise izin verildiğini okuyor ve biraz rahatlıyorsunuz. İtimat ettiğiniz insanların, “saç ve benzeri nesnelerin de yabancı gözlerden sakınılması gerektiğini, uygun örtü ile kapatılmasını, ancak eşe ve nikâh düşmeyen akrabaya gösterilebileceğini” söylediğini görüyorsunuz.

 

Neden diye sorduğunuzda, “perukla saçları kapatmak, göğüslere benzeyen bir sütyenle göğüsleri kapatmaya benzer. Örtünmenin gerekçesi, karşı tarafa çekici geleceği kabul edilen organların kapatılmasıdır. Dini hayatınla resmi hayatını ayıramazsın. Din bütün hayatına hükmeder.

 

Resmî ve genel hayatında da dinini yaşamak, korumak ve tebliğ etmekle yükümlüsün. Tesettüründen, görünüşte de olsa vazgeçip, görünüş itibariyle bile olsa başını açman, bu sosyal ve dinî yükümlülüğü ortadan kaldırmaz” diyorlar.

 

Söyler misiniz, ben ne yapmalıyım. Çalışmak zorundayım ve kamuda görev yapıyorum. Öğretmenim. Benim inancımı paylaşmayanların beni anlaması zor biliyorum. Ben herkese saygı gösteriyorum, herkesten de doğal olarak saygı bekliyorum.

 

Herkes kadar benim de vergim alınıyor ve ben de aynı oranda hizmet üretiyorum. Bir başkasının beni kendisi gibi görme hakkı olabilir mi? Ben onun hayatına saygı gösteriyorsam, o neden benim hayatıma ve inancıma saygı göstermez. Söyler misiniz, bana bu huzursuzluğu yaşatmaya, inanç değerlerimle, inançlarıma aykırı çalışma mecburiyetim arasında yaşadığım beyin zonklamasına neden olmaya kimin hakkı var?

Bu haklı çığlığa cevap verebilecek babayiğit varsa bir adım öne çıksın. Alanım ve branşım itibariyle dini boyutuyla ilgili cümle kuramıyorum. Dışarıda başörtülü ama kamuda perukla çalışıp serzenişte bulunan bayana, “sana kamusal alan diye dayatılan zorbalık koca bir yalandır” diyorum.

 

Her sabah okul kapısında öğrencilerinin ve kapıda bekleşen velilerin huzurunda başörtüsünü çıkarıp, utangaç ve mahcup bir edayla, “bu tabloyu yaşamaktansa, yerin dibine girmeyi tercih ederim” dercesine yüreği sıkışan öğretmene vicdanı sızlamayan adamın vicdan taşıdığından şüphe ederim.

 

Yıllarca üniversite kapılarında özgürlükleri turnikelere sıkıştırılan kızların gözyaşlarıyla ıslandık. Başörtüsü yasağının uygulanması için öğretim üyelerine dönüp “Gerekirse bilimsel çalışmaları askıya alın” diyen Kemal Alemdaroğlu gibi profesörlerin(!) fütursuzluklarına dişimizi gıcırdattık, ikna odalarında imha edilmeye çalışılan çocukların ağırlaşan sancılarının altında ezildik. Şehit annesini başörtülü olduğu için protokolden kaldıran komutan yüzünden gerildik.

 

Öykündükleri batıdaki özgürlükleri sıralayıp, siz Maraş’ta namusumuza el uzattı diye alnına kurşun yiyen Fransız’dan daha da Fransızlaştınız. Eğer milli mücadelede şehit olan Erzurumlu Nene Hatun, Kara Fatma, Adana’dan Hatice Hatun, Osmaniye’den Tayyar Rahmiye, Aydın’dan Ayşe Hanım, Gördesli Makbule Hanım, İstanbullu Asker Saime hayatta olsalardı, sizin bu ülkenin çocuğu olduğunuza inanmaz ve “siz varken düşmana ne gerek var” derlerdi dedik.

 

Yıllar sonra üniversite kapılarındaki dram bitti ama kamuda ne yazık ki hala devam ediyor. İnsanlar bir başkası gibi görünmeye zorlanıyor. Herkesi torna ürünü olarak görmek isteyen zihniyet, farklılıklara tahammülde hazım sorunu yaşıyor; “Kamusal Alan” diye zihinlere çizgiler çiziyor ve bu alanda hizmet üretenin özgürlüklerini elinden alıyor. Okullarda çocuklara da üniforma mecburiyeti şart koşuyor ve herkesi haki yeşili asker gibi görmek istiyor.

 

İnsanlar, ‘bunlar insani mi’ diye sorgulamak yerine, kabullenmekle kalmıyor, üstüne üstlük bazıları kurallara ve kuralcılara sadakat yarışına giriyor. Herkes 41 numara ayakkabı giyecek dendiğinde, ‘bu ne saçmalık’ diyebilen insan; herkes aynı standartta, aynı renkte giyinecek denildiğinde, nedense hikmet aramaya, gerekçe üretmeye soyunuyor.

 

Efendim, bu işin hikmeti falan yok. Bu dayatmalar zırvadan da ötedir. İnsan fıtratına aykırıdır. Bütün başı açık öğretmenlere, “okul kapısında, dışarıda açık dolaşabilirsin ama okul kapısına geldin, al şu maskeyi suratına tak ve gün boyu böyle dur, buranın kuralı bu… Burada kendin olamazsın, başkası olmak zorundasın” demek ne kadar saçma gelecekse, emin olun ki empati yaptığınızda okul veya herhangi bir devlet kurumunun girişinde, “örtünü çıkar, çok rahatsız oluyorsan başına da şu maskeyi tak, buranın kuralı bu” demek en az onun kadar saçmadır.

 

Türkiye yeni anayasayı konuşuyor. Bazı aklı evveller, “istisnai eşitlik” diye formül üretmeye çalışıyor ve aklı sıra zemin yokluyor. Yeni anayasa “din ve vicdan hürriyetini” teminat altına almak zorundadır. ‘Kamusal alan’ adına yapılan dayatmalar ve meşru olmayan yasal düzenlemeler bir an önce son bulmalıdır. Kamusal alana girene kadar değil, bu ülkede zulüm bitene kadar saçmalıklarla mücadele etmek akıl sahibi herkesin ortak görevidir.

 

Her sabah aynı tabloyu yaşamaktansa yerin dibine girmeyi tercih eden öğretmenim, seni anlıyor ve sonuna kadar haklı buluyorum. Seni anlamayanları, her sabah peruk takarak okula girmeye; gün boyu okulda kalıp, okul çıkışında peruğu tekrar çıkarmaya davet ediyorum.

 

Biraz empati lütfen…

 

Ali YALÇIN

Eğitim-Bir-Sen Genel Basın Yayın Sekreteri

 

 

İlgili Haberler