Sanatçı İbrahim Erkal, Hülya Okur’a konuştu. Röportajdan bazı çarpıcı başlıklar ise şöyle:”Cumhuriyetin iki adamı var, Atatürk ve Erdoğan…Müzik üvey evlat…Camilerde musiki çalınmalı…Fazıl Say’ın piyanosu akortlu, ağzı akortsuz…Barış sürecini destekliyorum…İzzet dönemine geçtik…Atatürk büyük bir hafızdır…Cemaati hiç sevmedim”
“O temiz yüzün aşıkı olduğu için: Aşk-ı Didâr-ı Pâk, o içinden kazdıkça suyun, petrolün, altının çıktığı zengin bir toprak, o, zirvelerden geçen hattı insan boyuna indirmiş bir Hâttı-ı Bala, o şarkısında bile Allah’ı zikreden, başındaki tacı hurdaya ayıran, arslanlarını fisebilllaha dizen, hikmetini ve sırrını öldükten sonrasına bırakan bir Dadaş: İbrahim Erkal…sizlerle!
Der Sümmani tamam oldu muhabbet
Biz varalım, siz olasız selamet
Kalktı bu karyeden çekildi kısmet
Göründü gözüme yol yavaş yavaş …”
“BABAM: ‘ADAM OL YETER’DİYE DUA EDERDİ”
“BABAMI SALAT-İ UMMİYE İLE UĞURLADIK”
1967’de, Erzurumlu Ebubekir Erkal’ın ve Hatice Hanımın oğlu olarak dünyaya geldiniz. Aileniz size nasıl bir ahlak yüklemesi yaptı, siz ne kadarını aldınız? Çocukluğunuzda en çok neyin ağırlığını hissettiniz üzerinizde?
Benim babam müzisyendi, okula hiç gitmemiş, A,B,C’yi ve Do,Re, Mi’yi 1960 yılında, Hadımköy’de askerlik yaparken öğrenmiş. Notayı da, alfabeyi de burada öğrenmiş. Bando takımında klarnet çalmış, önceden kaval çalarmış, iyi bir hafızdı, o zaman askerlik 3 yıl yapılırmış, komutanı: “Sana da çok alıştık, sen gidince evde bu klarnetten bir tane alabilir misin?” diyor, babam da: “Bizim paramız yok, alamayız” diyor. Komutan da: “Sen alamazsın, bunu da senden iyi kimse çalamaz, al bunu git” diyor, babama klarneti veriyor, abam radyoya giriyor, hanımların oynamasından rahatsız olup radyodan çıkıyor. 60’lı yıllarda Erzurum Radyosunda; klarnetçi, nota, Türk Sanat Müziği bilen adam bulmak zor. Memleketin kurtuluş günlerinde ve ramazanlarda çaldı. Babam aslında, Türk-İslam aleminde hiç olmayan bir şeyi yapmıştır. Öldükten sonra fark ettim. Arkadaşı ile beraber, Ramazanlarda milleti kaldırırlardı ama nasıl? Evlerine gittikleri kişinin en sevdiği türküyü çalarak geliyorlar, onları kaldırıyorlar, insanlar tarafından ellerinde pastalarla, böreklerle bekleniyorlar, “Bir nefes al, bir tane ye” diye herkesin ikram ettikleri lokmalarla, sahur yemeğinde eve tok gelirdi. Bizim Belediye Başkanına da söyledim: “Hiçbir İslam ülkesinde böyle bir şey olmadı” Babam, Tarım Bakanlığında işçiydi. Hacıannem, evhanımı. Kaymakamın evinde olan hiçbir şeyin eksikliğini hissetmedik, babam çok zengin değildi ama hiçbir şeyi eksik etmedi, benim İstanbul maceram da, üniversiteyi kazandığım için çıktı, yoksa göndermezlerdi. Üniversiteyi bırakıp, müziğe devam ettik, emekliliğinde parasının tümünü gönderdi, müzik aletleri alayım da, sahne alayım diye. Ben yarısını geri gönderdim, “Başaramayabilirim, diğer çocuklara kalsın” dedim. “Bu buyum var oğlum bir de duam var: “Adam ol yeter” dedi. Musiki ile de uğurladık, Hocam’ın(Fikret Erkaya)Salat-i Ummiyesi vardır. Ben, “Babamın camiden, kabristana kadar, belediyenin hoparlörleri Salat-i Ummiyeyi çalsın” dedim, müftü efendi sessiz gitmesinde fayda olduğunu söyledi, “Niye dedim, gıybet mi yapılsın arka sıra, musiki dinlesinler” Allah’u ekber diyor, başka bir şey demiyor ki, ama güzel seslerden dinliyoruz, güzel sesli adamdı, güzel sesle gönderdik. Çok baskı yapan bir baba değildi ama tatillerde bir yerlerde çalışmaya gönderirdi, kahvede çalışırdım, tuğla ocaklarında çalışırdım, harçlığımızı kazanmamızı önerirdi ama babam, ne parayı sevdi, ne de bildi benim gibi! Çok mutlu bir çocukluğum oldu. Babam Hakka yürümeden, annemle her gün el ele verip, Erzurum’u gezerdi, 10 çocuk ve 50 yıllık bir beraberlik…
“ŞARKI SÖYLEYEN DE ALLAH, DİNLEYEN DE”
“HAYATIMDA HİÇ SİLAH GÖRMEDİM”
Belki de paranın yerini dolduran şey, hayata bakışınızdı. Müzik piyasasına, “Mevlana’nın sevgisinden, Yunus Emre nefesinden, menfaatlerin ötesinden geliyorum sıra bende” diyerek girdiniz. Müzik piyasası veya dinleyiciler bu kültürün, felsefenin ne kadarını aldılar sizce? Müziğinizde, şarkılarınızda vermeye çalıştığınız mesaj tam olarak yerini buldu mu?
Benim kemik kitlem var, sanki annem, babam, kardeşim gibiler onlar. Bizden izin alarak internet hesapları açarlar, asistanlardan aldıkları bilgileri yazarlar. Tabi geniş kitlelere ulaşmak istersin. “Biz güzelleşelim”i Erzurum’da çektim, çifte minarelerden semazenleri döndürerek içeriye soktum, Ahmet Yesevi’den, Pir Sultan’a kadar vecize sözlerini anlattım ama televizyon iki, üç sefer yayınladı. İnternetten sonra gördüm ki, o kemik kitle hala takip ediyor. Ha ne kadar faydamız olur, onu Allah bilir, çünkü yapan o, eden o, bizde bir şey yok, ben hiçbir zaman şarkılar benim demedim, şarkı söyleyen de Allah, dinleyen de Allah, böyle yapamazsan, şöhreti aşamazsın, şöhreti böyle yendim, söyleyen de, dinleyen de, seven de, alkışlayan da o, “Beni alkışlıyorlar, çok seviyorlar” dediğin zaman aşamazsın onu, gezemezsin, yanında korumalarla gezersin. Ben her yere böyle giderim, hiç silah görmedim şimdiye kadar. Askerlikte de nasip etmedi Allah. Komutan, Türk Sanat Müziği yetişmiş eleman yazmış, 38 gün sonra ordu evine aldılar, Komutanın sevgisine şiir yazdım, bir sefer atışa götürdü, silahı da orada gördüm, büyük konserlerde koruma silah kullanıyor ama “Bana sakın silahlarınızı göstermeyeceksiniz” diyorum. Kimse de görmesin. Ama iyi bir profil çizdiğimi de biliyorum. Ben sokaktaki meczup ile de konuşurum, iki tane şarkı söyledin diye kendini karşısındakinden büyük göremezsin. Onda olan bende yoktur.
“ŞÖHRET DAHA BİR SAMİMİ OLSAYDI, SEVERDİM”
“ARTIK BENİ MAGAZİNDE GÖREMEZSİNİZ”
Şöhreti böyle yendim dediniz de, şöhretin size göre olmadığı, bu alemin içine düştüğünüzde değil, yıllar sonra da kanıksadığınız bir gerçek oldu. Ve “Ben bu şöhreti sevmedim” isimli bir şiir kitap çıkardınız. Şöhret nasıl bir şeye benzeseydi severdiniz?
Şöhret daha bir samimi olsaydı, severdim. Hiç kimseyle kavgam yok. Kimsenin tavuğuna, köpeğine karışmam. Herkesle karşılaştığımda ben samimi samimi sarılır, öperim. Onlar nasıl sarılıyorlar bilmem. Ben işimi yapayım da kim ne yaparsa yapsın, kimisi iblis ile haşır neşirdir, kimisi Mevlası ile. Televizyonlara ara sıra çıkıyorum, beni artık magazinde göremezsiniz, o magazinde gördüklerinizin hepsi de dizide zaten. Ondan sonra görebildiniz mi, yok. Benim magazinim burası. Musiki Cemiyeti, gazinom da var, gönül meyhanense gidiyorum, Agopun meyhanesine gidiyorum sarhoşlara şarkı söylüyorum. Full iş yapıyorum, en az yarısı fanlar geliyor ama magazincilerin dikkatini çekmiyor, zaten ben de çağırmıyorum. Uzak durmakta fayda var. Niyetlendik bir tv programı yapalım, hiç bir sanatçı konuk almayacağım, müziği seven insanlarla sohbet edeceğim. Klasik kasetini çıkardın vs, artık iletişim çağı, her şey ortada, mal belli, Mustafa ağabeyin yaptığı gibi istek yerine getiririz.
“PERSONELİM ESKİYE GÖRE DAHA MUTLU”
“TÜRK SANAT MÜZİĞİ VE TÜRK HALK MÜZİĞİ DİYE İKİ AYRI MÜZİĞİ TANIMIYORUM”
Dostların var, kaygım yok dediniz de… İskender Ulus, “Çağlayan yüreğinin her damlası sarsıyor beni. Sevilmek hakedilen bir kazanç olduğundan hem de (senin dediğin gibi) senin “Gönlüne talibim” demiş sizin için. Müzik yolculuğunda hala yola birlikte devam ettikleriniz var mı? Gönlünüze talip olanlara, sizinle çalışanlara karşı nasıl İbrahim Erkalsınız?
Dizi dönemlerinde çok yoğun olduğum için, milleti paniğe sokan bir İbrahim Erkal vardı. 10 yıldır çok dingin bir İbrahim Erkal’ım, aynı korumayla devam ediyorum, aynı personelle devam ediyorum…daha fazla mutlular her şeyden önce. Mayıs ayında 7-8 sahnem var. “Göremiyoruz da, özlüyoruz da vs” Ben devam ediyorum, millet beni takip etmiyor, onların işine gelmiyor, bu bir süreç, bunu beklememiz lazım. Biz şimdi güzel bir çalışma yapıyoruz, Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği diye iki ayrı müziği tanımıyorum. Diyarbakırlı Celal Güzelses’in albümünü alıp, dinleyin, bir tane bağlama var mı? çünkü o zaman Halk müziği ve sanat müziği diye ayrılmamıştır. Ne zaman iki tane ağabeyimiz türküleri, şarkıları toparladılar hizmet ettiler ama peşin sıra çok büyük kötülük ettiler. Kendi sazlarının öğrencilerini yetiştirdiler, TRT’ye soktular, hiçbir köyde iki tane bağlama aynı şarkıyı çalmazdı, TRT’de çaldı, “Vur davulcu, çal zurnacı” da, zurnacı yetişmediği için 30 tane bağlama çaldı onu. Bu mu bizim müziğimiz, şimdi ben, Türk müziği diyorum, Türk müziği sazları ile bildiğimiz eski türküleri söyledim, onu çıkartacağım, belki tartışma olur da bir daha gündeme geliriz, ha gelmesek de olur. “Ben seviyorum ya, sen beni sevmesen de olur”
“AHMET HAKAN, BULDUĞUNU, DUYDUĞUNU SATAN ADAM”
“TATYOS EFENDİ İLE HER GÜN SOHBETTEYİM”
“AHMET HAKAN BENİM TARİKATÇİ OLDUĞUMU BİLEMEZ”
Ahmet Hakan demiş ki: “Hayatında bir kez olsun bir Tatyos Efendi bestesine bayılırsan… Sen artık İbrahim Erkal hayranı olmaktan anında vazgeçmiş olursun” Türk müziği eğitimi almanıza karşı, yaptığınız müziğin türü bile yıllarca tartışıldı. Siz kaliteyi, seviyeyi arabesk-fantezi de mi buldunuz? Yoksa hiçbir zaman bir tarz yaratma peşinde olmadınız mı?
Ben Tatyos Efendi ile her gün sohbetteyim, daha Ahmet Hakan’ın haberi yok. Onun peşrevlerini gelsin ben ona söyleyeyim. Bazı şeyler vardır, ulu-orta yapılmaz. Ahmet Hakan, malını satıyor, ben satmıyorum ki. Dünyayı yaksalar, bir bağ otum yanmaz. Ben kendimle mutluyum, onun kaygısı var. Bizim eskiden satma kaygımız vardı, şimdi benim satma kaygım da yok, birilerine ulaşıyoruz. Teslimiyet olduktan sonra sorun yok ki zaten. Ahmet Hakan’ın öyle bir şey yazma kaygısı varmış, Ahmet Hakan, İbrahim Erkal’ın, iyi veya kötü bir neyzen olduğunu ama çaldığını, tambur çaldığını, tasavvuf eğitimi aldığını bilemez, Ahmet Hakan benim tarikatçi olduğumu da bilemez. Tatyos Efendi ile benim nasıl bir ilişkim olduğunu da bilemez. Ahmet Hakan, bulduğunu, duyduğunu satan adam, ben satmam. “Cami avlusunda bile saçamam hocam” diye bir türkü vardır. Demek ki Ahmet Hakan’ın ağzındaki hurda parçası ki, istediği gibi saçıyor, benim ağzımdakiler altın, kolay kolay vermem.
“YOLSUZLUKTAN, YOLLULUĞA TERFİ ETTİM”
“TOPLUMUN ÖNDERİ KALMADI”
“GÜNEY DOĞU’DA BİRKAÇ TANE MÜRŞİT OLSAYDI, TERÖR OLMAZDI”
Tarikatçiyim dediniz de, içinde bulunduğunuz uhrevi, rahmani durumu biraz açmanızı istesem…
Tarikat, yol demek zaten. Ben yobaz ve bağnaz insanları sevmem. Halvet-i neşesindeyim. Bir büyüğüme intisap etmişim, aynen devam ediyorum. Yolu olmayan insanlara, yolsuz denir, benim yolum var, yolsuzlar düşünsün. Yolsuzluktan, yolluluğa terfi etmişim. Allah herkese de nasip eylesin. Yol, Efendimize giden yoldur. Çobanı olmayan toplum anarşist olur. Mevla domuzu yemeyin, demiş ama domuza küfredin, dövün dememiş. Sadece etini yemeyin, onlara benzersiniz de, toplu halde yaşayamazsınız, birbirinizi vurursunuz, demiş. Onun için koyun, kuzu eti yememizi istemiş. Birlikte yaşamanın gerekliliğine inanıyorum. Şimdi Akil insan diyorlar ya, “Güney doğu’da birkaç tane mürşit olsaydı, terör olmazdı” Güneydoğu aşiret reislerini, şeyhleri törpüledikleri için çöktü. Toplumun önderi kalmadı, kim susturacak onları? Toplum, devletten korkmadı, Allah’tan da korkmadı, oldu terörist. Benim Aziz’im derdi ki: “Sabah git işine, akşam gel eşine, karışma devlet ile Allah’ın işine”
“DOĞU’YA İKİ-ÜÇ TANE MÜRŞİT GÖNDER, BAK NASIL SUSUYORLAR”
“İNSAN OLAMAYANA GÖNÜL ÖĞRETMENİ LAZIM”
Toplum, devleti de, Allah’ı da tanımadı, parayı tanıdı. Çocukları götürdük ateşe attık. Aşiret reislerini yok ettin, şeyhleri de yok ettin, ne ile eğitilecek bu toplum? Hacıbayram, Fatih’in babasına dedi ki: “Eğitilemeyen toplumu, yönetemezsiniz” Toplumun eğitilmesi gerekiyor, okullarda ilim verilir, insanın gönül yuvası olması lazım. Teröriste, iki-üç tane mürşit gönder, bak nasıl susuyorlar. Çünkü gönlüne dokunmadığın zaman insan her şeyi yapar. İnsan en tehlikeli hayvandır. Biz hayvan sınıfındayız. Belagat, nebatat, hayvanat. Ne zaman kendini bilirsen, insan oluyorsun. Adamı bir başına bırakırsan, o hayvan tabi. Ona Rabbini, kendini bildirirsen, insan olur, biz buraya insan olmaya geliyoruz. Yoksa hayvan gibi doğuyoruz, hayvanlar gibi yiyioruz, içiyoruz, kavga ediyoruz, ne zaman birbirimizi sevmeyi öğreniyoruz, kendimizi tanıdığımız zaman. Birinin bizi yarattığını ve takip ettiğini bildiğimiz zaman insan oluyoruz. İnsan olabilmek için, o insanların başına; matematik, fizik öğretmeni değil gönül öğretmeni göndermek lazım.
“ALLAH EN BÜYÜK DEVRİMCİ”
Akil insanların içinde mürşit olsaydı, durum daha mı kabul edilir olurdu?
Akil insanların içinde de o görevi yapanlar vardır. Hepsinin sahibi var ama kimisi kendisini biliyor, kimisi bilmiyor. Ama o vazifeyi yapıyor, o sorumluğu olduğu sokağın muhtarı. Evliyalık vardır ama kendisi bilmez, kimi mürşitler vardır hiç konuşmaz, kimisi çok konuşur, kitap yazar, kimisi türbesinin bilinmesini ister, kimisi istemez. Çünkü Allah’ın neşesi bol, sınırsız. En büyük devrimci Allah, bir yarattığını bir daha yaratmıyor, tırnaklarımız, saçımız uymuyor, genlerimiz uymuyor. Çünkü Allah çok renkli.
“CEMAATİ HİÇ SEVMEDİM”
“DİN, ŞEKLE İNDİRGENECEK KADAR BASİT DEĞİLDİR”
“BİZ MUSİKİ NEŞEİLİ TARİKİZ”
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Gönlümün Virdi ve Beni Yalnız Bırakma isimli şiirlerini okurken çok etkilendiğinizi belirttiniz ve Gönlümün Virdi’ni, ‘Kurtuldum’ ismi ile bestelediniz. Başkasının sözünü bestelediğiniz bu ilk ve son tecrübeyi, şiirden çok Gülen’in felsefesine, ideolojisine bağlayabilir miyiz? Yani kerameti Gülen’de mi arayalım?
Hayır, ben cemaati hiç sevmedim. Hiç cemaatçi değilimdir, ben cemiyetçiyimdir, cemaat, birbirine benzeyen insanların olduğu yerdir. Cemiyet, herkesin olduğu yerdir. Cemaat, şekilcidir. Bizim burada gördün, başı açık, kapalı herkes var. Aziz Hazretlerinin kitabı vardır, “Batmayan güneş, devam eden gölgeler” diye. “Kapalıları diğer şeyhler aldı, bunlar da bana kaldı, yabana mı atayım” demiştir. Çarşafı hiç sevmez. Ahrete huzursuz gidecek, komünistlerden de, ateistlerden de kötü çarşaflılardır. Çarşaf, Hıristiyanlıktan, Şialara, oradan da bize geçmiş ve İslam’ın içine girmiş en büyük hurafedir, derdi. Bir kutlu doğum haftasında gördüm, koroda ben varız, hoca var, Hazretleri iki günde 17 saat konuşan adam, 10 dakika konuştu, “Herkesin testisi dolu, benim testisi dolulara vereceğim bir şey yok, cebimde dursun param, başka çocuklara dağıtırım, hadi çocuklar naynay bunlar bu işten anlar” dedi. Biz de dizildik şarkılarımızı söyledik. Yani din, şekle indirgenecek kadar basit değildir. Sen çıplak kadına, “Allah’ın yok” diyebilir misin? Hem diyorsun ki, yaprak kımıldamıyor, hem ona “Senin Allah’ın yok mu?” diyorsun. Mevlana ne diyor, “Hiçbir şey yok ki, Allah’ın tesbih etmesin, Atomu da böldüler, o da sola dönüyor” Biz musiki neşeili tarikiz. Kimisi de meyhaneden gidiyor Allah’a. Allah bizi güzel yoldan götürsün. Yoksa kimsenin tariki, namazı vs beni ilgilendirmiyor.
“İLKOKULDA EZAN OKUYORDUM”
“NE ALİ’YE YARANDIK, NE VELİ’YE. BEN SAHİBİME YARANIYORUM”
Sizi ilgilendirmiyor belki ama illa bir cenaha mal edilmeye çalışıyorlar sizi. Bir yazar, İslami kesimde Modalar Demodeler başlığı altındaki köşesinde, isminizi demode gurubunda geçirmişti. İbrahim Erkal markasını korumak için en özel çabanız nedir? Sanatçı kimliğinizin, İslami kesime yakınlığını kabul eder misiniz?
İslami kesimde demode olabilirim tabi. Ben Ali’ye de, Veli’ye de yaranmam doğru diyorsun. Ben Fethullah Gülen’in şiirini 97’de yazdım. Ve çıktım televizyonda okudum, benim o kadar yüreğim var. Millet bunları yapmazken ben ilahi okuyordum, o zaman da kimsenin yanında okumuyordum, şimdi de okumuyorum. Bu iş satış işi değildir. Herkes maşallah ilahi okumaya başladı, ben ilkokulda ezan okuyordum, millet şimdi ezan okumaya başladı. Beni kutupların hiç biri sevmez çünkü hiçbirinin neşesine uymaz. Ben içkili gazinoda şarkı söyleyip, para kazanıyorum. O birilerinin hoşuna gitmez, gelirim burada tasavvuf müziği ile ilgilenirim, bu da birilerinin hoşuna gitmez. Ne Ali’ye yaranıyoruz, ne Veli’ye ama ben sahibime çok yaranıyorum.
“MUSİKİ, CAMİLERDE ÇALINIP, SÖYLENMELİ”
“ATATÜRK, ÇOK BÜYÜK BİR HAFIZDIR”
“MUSİKİ=AŞK=MEVLA”
Eğitmen olduğunuz Maltepe Musiki Derneği’nin duvarında bir yazı var: “Batı müziği insanda başlar insanda biter, bizim musikimiz ilhamını dinimizden alır, insanla başlar Allah’a gider” Müzik, Allah’ı yaşamanın bir şekli mi?
Evet aşkı. Ben müziği sevmeyen din adamını da sevmem. Müzik, mabetten çıkmadır, müzik hep dindir. Müzik aşkı işliyor değil mi, adam bilmeden Leyla’yı severken, Mevla’yı seviyor. Çünkü bir kızı o kadar güzel seviyor ki, o kızın sahibi kim? Mevla’nın hoşuna gidiyor, Mevla sevmeyi de seviyor, sevilmeyi de seviyor, kıskanılmayı da seviyor, kıskanmayı da seviyor. Dinin olmadığı musiki yoktur, musikinin camilerde çalınması ve söylenmesi gerekiyor. Yoksa tavuklar gibi kafayı yere indirip, kaldırıp biraz ödeyeceği çeki düşünerek namaz kılan, benim dinimden değil. Huşu içinde kılsın, oradan iki tane ilahi söylense, tambur, ney çalınsa ne olur? Tamburlar, neyler Agopun meyhanesinin malları mı? Sadettin Kaynak, çok büyük bir imam, hafızdır. Atatürk de çok büyük bir hafızdır. İnsanların kötü huylarını çıkarır, söyleriz, Allah gibi settar ol, adamın bir kötü huyu varsa gizle, güzelliğini anlat, o adam kötülüğünü unutur, iyi huylarıyla yaşar. Musiki=Aşk=Mevla’dır. Ben öyle öğrendim.
“CHP’NİN MİTİNGİNDE KONSER VERDİM, AK PARTİ KONSERİMİ İPTAL ETTİ”
Kusur mu, meth etmenin yolu mu bilmiyorum ama Ozan Arif’e, Ülkücü hareketin sizden başka sanatçısı var mı? diye sorulduğunda, -Şimdi gecelerine İbrahim Erkal’ı çıkarıyorlar, demiş. Sizin ülkücü camia ile kurduğunuz bağ, müziğinizle mi, dünya görüşünüzle mi mümkün oldu? Öyle bir bağ var mı?
Yok ben siyasetle ve ticaretle çok fazla işim yoktur. Bahçeli arabasında Ferdi Tayfur ve İbrahim Erkal dinliyor. Çağırıyor, gidiyoruz. Mesela Ak Partinin bir konseri vardı, çıktım bir yere gidecektim, Baykal aradı, “Erzurum’a geliyorum, programda seni görmek istiyoruz” olur, dedim. CHP’nin mitinginde konser verdim, Ak Parti benim konserimi iptal etti. “O sizin ayıbınız, benden olmayan yaşamasın diyorsunuz” dedim, Bahçeli’ye de gidiyorum, ne olacak?
“ERZURUM’DA AYNI GÜN BAŞBAKAN 5 BİN KİŞİ TOPLADI, BEN 25 BİN”
“ERZURUM’DA HARAMİLER BENİ ANLAMAZ”
“İBRAHİM HAKKI’NIN, EFE HAZRETLERİNİN, REYHANİ’NİN, SÜMMANİ’NİN DEVAMIYIM”
“BÜTÜN AYAKLARIM O TARAFTA”
Aynı Erzurum mitinginde Baykal size, “Dadaş, şarkı söyle. Ama sakın siyasete girme” demişti. Siyaset aklınıza, hayalinize hiç girmedi mi?
Benim hepsiyle de sohbetim vardır, Sayın Başbakanın Belediye Başkanlığı döneminde en az 20 konser atardık, onun dışında sohbetler ve yemekler verilirdi, iftarlarımız çok neşeli geçerdi, Baykal ile sohbetlerim var. Ama benim onlarla örtüşmeyen yönüm, siyasetle işim olmaz, yaptıkları her güzel şeyi alkışlar, kötü şeyde de, “Allah ıslah etsin” derim. Ben memleketime hizmet eden herkese teşekkür ederim. Bir Erzurum aşığıyımdır ama Erzurum’da kimse beni anlamaz. Anlamaz dediklerime, “Haramiler” diye isim koymuşum. Bunlar da yöneten kesim. Ama Erzurumlu ayrı….Erzurum’un sokaklarının hepsi benimdir. Bütün halka gittim. Olimpiyatlarda benim ismimi yazmadılar, daha sonra Erzurumlu: “Olimpiyat yapılmayacak, ya İbrahim Bey çıkar ya da buraya Başbakan da giremez, kimse de giremez” deyince ismim yazıldı. Erzurum’da aynı gün Başbakan’ın 5 bin, benim 25 bin topladığım miting var. Erzurum ayrıdır, ben oraya aşığım, oranın insanı da bana aşık. Ben orada İbrahim Hakkı’nın, Efe Hazretlerinin, Reyhani’nin, Sümmani’nin devamıyım. Bir doktorlar gecesi var, akşamüzeri konserimi verdim, sabah kalktım eve gittim, hacıları aldım, Avarlı Efe Hazretlerinin türbesine, Abdurrahman Gazi’ye, Habib Babaya gittim, annemi babamı eve götürdüm, kahvaltımı yaptım çıktım. Bir Belediye Başkanı beni arıyor, “İbrahim Erzurum’a geliyormuşsun, hiç haberimiz yok” “Hayır ben Erzurum’dan dönüyorum” “Kimsenin haberi olmadı, niye dönüyorsun?” “Ben herkesi gördüm, anamı gördüm, babamı gördüm, Efe Hazretleri ile sohbet ettim, Habib Efendi ile öpüştüm, Abdurrahman Gazi’ye hepinizi şikayet ettim, anamı bıraktım ben dönüyorum, benim görmediğim kimse kalmadı” dedim. O da bunu partilerinin toplantısında anlatıyor, “Siz İbrahim Erkal’ı tanımazsınız, gelir sessizce hepsini görür, gider” diye. Ben farklı bir adamım. Azizim der ya, “Benim bir ayağım bu tarafta, öbürü o tarafta” Benim bütün ayaklarım o tarafta. İçinde Allah olan her şeyi seveceksin. Hoca Efendi evlatlarını götürüyor, bir leş görüyor, herkes burnunu tutuyor, “Evlatlar açın açın burnunuzu, çok kötü değil mi, çok pis! Hiç mi güzel bir şey yok şunda, bir bakın hanginizin dişi, şu köpeğinki gibi beyaz?” Siz misvak kullanıyorsunuz ama onunki tertemiz, diyor.
“KİMSE FİSEBİLİLLAH HİZMETİ ETTİĞİMİ BİLMİYOR”
“BAŞBAKAN, ERZURUM NİYE İKİLİK VAR DEDİ, ATADIKLARINIZA SORUN DEDİM”
Erzurum’da Haramiler beni anlamaz, dediniz de…. Sayıl Narmanlıoğlu, Erzurum’un ‘genetik şifresini’ çözmek adına “Aykırı Dadaşlar” isimli bir kitap çıkartmıştı. Size ait bir bölümün de olduğu kitabın ismine kendinizi etiketleyebilir misiniz, ne kadar aykırı bir dadaşsınız?
Ben aykırıyım. Palandöken festivalleri yaptırdığımız zaman, “Herkes bir otelin ortağı ol” dedi, kimse Fisabilillah(Allah yolunda) hizmeti ettiğimi bilmiyor, benim İbrahim Hakkı’nın torunu olduğumu bilmiyor ama öğrendiler. Belediye Başkanı da olsa terslerim efendim, benim yaşça da büyüğüm değil vs. onun hoşuna gidecek şeyler söylemek zorunda değilim. Öyle bir terslerim ki, mahkemeye bile gidemez. Bir gün, “Büyükşehirleri küçüklere bırakanlar utansın” demiştim, gitmiş beni mahkemeye vermiş, soy ismi de “Küçükler” Avukatımla karşılaşmışlar, İbrahim ağabey bana hakaret etti demiş, senin soy ismin ne? demiş, “O Sümmani’nin torunu, lafı söylediği zaman nereye gittiğini bilir” Belediye Başkanının kendisi de avukat olduğu halde mahkemeye gidemedi. Erzurum’da ticari hiçbir yer açmamışım, hatta kardeşlerime ev almış, Erzurum’a para götürmüşümdür. Ben dik konuşurum, korkuyorlar benden. Başbakan, “İbrahim Erzurum’da niye ikilik var?” dedi, ben de “seçilmiş” demedim, “Atadıklarınıza sorun efendim” dedim.
“ŞENLİK FESTİVAL OLDU, FESTİVAL; OLİMPİYAT”
“ERZURUMLU OTEL SAHİPLERİNİN OTELLERİNDE KALMIYORUM”
Yavuz Bingöl: “Kars’takiler de ‘İbrahim Erkal Erzurum’a şarkı yaptı, sen neden bize yapmıyorsun’ diyorlar demiş, Kars Sarıkamış’a bir kız yurdu yaptırma düşüncesini açıklamıştı. Erzurum şarkısı tek başına Erzurum için bir yatırım mıydı?
Erzurum’a gel diye yazdığım Türkçe şarkı, gönül hanesinde yabancı dillere çevrilmiş, bütün dünya Erzurum’a geldi, niyet güzeldi. Ben bu işe demin saydığım o mübareklere giderek başladım. Sanatçıları götürdüm, gazetecileri götürdüm, daha sonra festival yapılmadığı zaman halk anladı ki, İbrahim Erkal’ın otellerle ortaklığı yok. Çünkü ondan sonra para istemeye başladılar. Erzurum’da Erzurumlu olan otel sahiplerinin otellerinde kalmıyorum, Erzurumlu olmayan bir adamın oteli var, orada kalıyorum. Otelleri yaparken koş, İbrahim Bey sanatçılarını getirsin, ne güzel festivaldi, yerimiz yok dediler. Benim niyetim halisti, hükümet Erzurum’da olimpiyat yaptı, orada konseri ben verdim. Neymiş, festival devam ediyormuş, olimpiyat olarak devam ediyormuş, ben iyiliğimi denize attım, denizde büyüdü olimpiyat oldu, şenlik festival oldu, festival de olimpiyat oldu.
“ERZURUM’DA BEYAZ ALTINIMIZ VAR”
Erzurum’daki bir çok açılışa katılıyorsunuz. Törenle hizmete açılan bazı yerler, zaman içinde kapandı, şirketlerin zarar ettiği açıklandı. Erzurum’u yatırıma müsait kılan, kılmayan yönleri neler?
Erzurum’da ilk doğru yatırım turizme oldu, ben eskiden derdim ki: “Allah’ım heryere orman vermişsin, deniz vermişsin, iki, üç ürün vermişsin, bize de kel kel dağlar vermişsin” daha sonra keşfettim, ne zaman, Uludağ’da kaymaya gittiğim, ikide bir ağaca çarptığım zaman. Fark ettim ki, Erzurum’un beyaz altınımız var, bizi boşuna yaratmamış Allah. İlk doğru yatırım öyle oldu. Erzurum ovasında düşündük, ona da kafa yorduk, Lahana’dan başka güzel bir şey olmuyor. 2 metreden su çıkıyor. Profesörleri toplamışımdır, en son Lahana yetiştirmeye karar verdik, ama bir ürün alıyoruz, olsun, bütün dünyaya satarız hesabı yaptık. İstanbul’dan gelip de, Erzurum’da tekstil yatırımı yapanlardan bazıları zarar gördü, ulaşım, ucuz işçilik, ucuz vergi, teşvikten yararlanmak istediler ama ulaşım sorunu ters tepti ama şu anda ulaşımın sınırı yok, Erzurum’a günde 7 uçak geliyor. Şu anda pek zarar etme ihtimalleri yok, hızlı tren de gelirse, Erzurum, Erzurum olur.
“DEVLET SİNEMAYA EL ATTI AMA MÜZİK HALA ÜVEY EVLAT”
Erzurum’a bir çok şey yaptınız ama müzik dünyasında da önemli işlere imza attınız. Konfüçyüs demiş ki: “Bir ülkeyi batırmak istiyorsan ya sazına bir tel ekle ya da bir tel çıkar.” “Benim derdim sazımıza ne bir tel eklettirmek ne de koparttırmak” diyorsunuz. Peki bunu tek başınıza sağlamanız mümkün mü, bunu başarmanız için sizin gibi düşünenlere ihtiyacınız oldu mu?
Tabi. 60’lı yıllarda sahnemize el attılar. Devlet sinemayı biraz kurtardı, ama müzik hala daha üvey evlat. Allah’ıma şükürler olsun ben ailemle mutluyum, çok parada gözüm olmadığı için, iki evladım var yetiştirmeye çalışıyorum, birden bire 2 milyon satarken, şimdi çıkardığım albüm 2 milyon satıyor, fazla satmıyor, ama ben gam etmiyorum, gönüllerde yer etmişim, yine konserlerime 20-30 bin kişiyle devam ediyorum. Birden bire düşen insanlar bocalıyorlar, müzik onun için üvey evlat oldu. Bütün şarkıların birbirine benzediği bir piyasa oldu, hangi şarkı patladıysa ona benzer bir şey yapılıyor, kötü el attılar sahnemize. Kaset yapmak istemiyorum, telif hakları da gelmiyor, benim piyasada okunan 200 tane eserim var, devletin oralara el atması lazım, o para 5-6 tane şarkısı olana da gidiyor, bana da geliyor, bir gün toplantılarına, seçimlerine gitmedim, ne yaparlarsa yapsınlar, benim sahibim var.
Ama olsun müziği de sahipsiz bırakmamak lazım.
Onun için, çok bilinen 10 tane türküyü, Türk müziği sazlarıyla çaldık, bitmek üzere. “Ben Türküyüm 1” 1,2,3,4…her sene çıkartmayı planlıyoruz.
“EVLİLİKLE BİRLİKTE HIRSI YOK ETTİM”
2003 yılında Filiz Akgün ile evlendiniz. Bekarlığın sultanlık olmadığını düşünmenin yanında, ‘Evleniyorum’ şarkısında söylediğiniz gibi sözünüzü tuttunuz. Evlilik, İbrahim Erkal’ı nasıl biri yaptı, daha mı iyi, daha mı kötü biri oldu?
Eve zaman ayırdığım zaman, panik halinde koşturduğum günlere yazık olmuş diyorum. Hırsı yok ettim, aslında ben 2000’de İzmir’de hırsı yok ettim de, evlilikten sonra daha bir sağlam oldu. Çalışmadan durmam ama hırsı kaldırdım. Hırs, adamı iki ayaklı hayvanatlardan birisi yapıyor. Ondan sonra daha bir dinginleştik, daha bir zenginleştik, iki tane çocuğumuz var.
“ÇOCUKLARIM ‘DAHA DÜN ANNEMİZ’İ BENİM ŞARKIM SANIYORLARDI”
“ŞARKIYA BİR ŞEY KATMAYACAKSAN, SÖYLEMEYECEKSİN”
1 yıl içinde iki çocuk sahibi oldunuz. Yeni doğan çocuğunuzu anlatırkenki sözleriniz: “Bir saat oldu… 5 saat… Şimdi 5 saat 40… Çok mutluyum” Çocuklarınızı piyasadan koruyor musunuz, şarkılarınızla çocuklarınızla tanıştırdınız mı, kardeş olduklarını biliyorlar mı?
Bir çoğunu biliyorlar, “Balam’ı biliyorlar ‘Canısı’yı biliyorlar” bir çoğu ile şimdi tanışacaklar. Dilara kemana başladı, oğlan Lavta’ya başladı. Çocuklar daha küçükken, “Daha dün annemizi” benim şarkım olarak biliyorlardı. Anaokuluna giderken, öğretmeni babanın şarkılarından bir tane söyle demiş, “Daha dün annemizin…” diye başlamış, onun bile benim şarkım olduğunu zannediyordu. Biraz öğrendikten sonra, bizim şarkıların notası da var cemiyette, ondan sonra kardeşleriyle biraz daha kaynaşırlar. Onlar da biraz daha geliştirir, biraz daha değiştirirler, geliştirmeden olmaz, sazın telini çıkartmayalım derken, ana temayı değiştirmeyelim diyorum ben. Eğer bir şarkıya bir şey katmayacaksan, söylemeyeceksin. Ben “Sarı Gelin” i değiştirdim okudum, kötü oldum ama Sarı Gelin, dünyayı değiştirdi, üç devlet birbirine girdi, Ermenistan bizim diyor, Azerbaycan kültür bakanlığı beni aramış, bizim burada “Sarı Buğday”dır, diyor, “Bir susun Ermenilerle uğraşırken, bir de sizinle mi uğraşayım” dedim.
“MEHMET AĞAR’IN ÇOK DESTEĞİ OLDU”
En sonunda Erzurum’da kaldı, Mehmet Ağar’a da söylettiniz
Ona da söylettim… Mehmet Ağar’ı çok severim. Rahmetli kızına, Canısıyı çok söyledim. İlk yola çıktığımda Mehmet Ağabeyimin çok desteği vardır, rahmetliden sonra Canısıyı söylemedim, hep ağladı çünkü, ondan sonra hep Sarı Gelin’i söyledim.
“ESKİ ŞARKILARIMI DİNLEYENLER SÖYLÜYOR, YENİLERİ BEN”
“10 YILDIR YAPTIĞIM ESERLERİN ASIL MANASINI SAKLIYORUM”
1992 ilk albüm “Tutku”, 94 “Sıra Bende-Aklımdasın”, Canısı, Sırılsıklam, Su gibi…Eski albümlerinizi canlı tutmak mı, yani şarkılarınızın unutulmadığını görmek mi yoksa yeni projeler mi sizi daha çok heyecanlandırıyor?
En ilginç soru bu oldu. Sahnede her akşam; Tutkuyu söyletiyorlar, Kahretsin’i söyletiyorlar, onları onlar söylüyorlar, ben yenileri ben kendim isteyerek söylüyorum ki, çocukların arasında ayrım olmasın. Genelde eskileri çok istiyorlar, onlarla evlenenler var, gelen çiftlerin hepsinin bir şarkısı var, galiba 10 sene sonra da yeni şarkılarla evlenenleri göreceğiz. 2000 sonrası yeniler çok değişiktir. 10 yıldır yaptığım eserlerde, şarkının asıl manasını saklıyorum. Ben hayattayken anlaşılmasın, daha sonra öğrensinler.
“ESKİ AŞKLARIMDAN BANA GÖRÜNENLERE HER ZAMAN MİNNETTARIM”
“CANISIYI SIRADAN BİR MÜŞTERİME YAZDIM”
En azından mahiyetini saklamadığınız eserleriniz var… Tut Nefesini şarkısında geçer: “Bu kelime bizim oralarda söylenmez kutsaldır, seni seviyorum” Bu kutsal sözü sıkça kullanacak kadar yürekli oldunuz; Emine Ün, Petek Dinçöz, Pınar Dilşeker, Başak Yeğen, Melis Yamalıoğlu ile flörtleriniz oldu. Hatta Canısıyı Serdem Coşkun için yazdığınız söylenmişti. Güzel şarkılar yazdırdıkları için geçmişte kalan kişilere kendinizi borçlu hissediyor musunuz yoksa gönül hazinenizi tükettikleri için onlara kızgın mısınız?
Onlardan bana görünene her zaman borçlu ve minnettarım. Şimdiki huylarını bilmiyorum. O anda onlardan bana görünen bir şey vardı demek ki. Ayrıca ‘Canısı’yı sıradan bir müşterime yazmıştım. Ama Serdem Coşkun ile evliliğe gidecek bir ilişkimiz oldu. Dizidekilerle yok.
“HER BELEDİYE BİR MUSİKİ CEMİYETİ AÇMALIDIR”
“120-130 SENE ZİLLETTE YAŞADIK, ŞİMDİ İZZET DÖNEMİNE GEÇTİK”
Arda Uskan Canısı’ya ait bir anısını yazmış, “İbrahim, kızı ‘işlem’ öncesi öpecek. Neresinden öpsün diye tartışırken, balkonda, rakı masası kurmuş bir komşu var, o da isyan ediyor; “Arda bey içime fenalık getirdiniz, İbrahim öpemeyecekse kızı verin ben öpeyim, münasip bir yerini bulurum nasılsa” İlişkilerinizde he ağırdan alan taraf mıydınız, ilişkilerin hız kazandığı günümüzde, gençlere aşkın hangi boyutunu tavsiye edersiniz?
Bazı şeyler önce taklit edilerek yapılır. Bir defa sevsinler, bir mübareğin dediği gibi, “Ben sizin evladınız olmak istiyorum” derler, “Oğlum sen hiç aşık oldun mu?” “Git birini sev, köpek, kedi, ne seversen sev ondan sonra gel” ondan yola çıkarak birbirlerini sevmeleri hoş. Birbirlerini erotik bir obje olarak görmeleri çok çirkin. Onun gözü, kaşı, bir ruhu var, bir bütün olarak sayalım. Kusurlarını da sev ki, aşk olsun. Sultan Leyla’ya diyor ya: “Mecnun salakmış, senin gibi paçozu nasıl sevmiş” “Sen onu Mecnun’un gözleriyle bak da ondan sonra söyle” bir de ilişki desinler, aşk demesinler, yanlış! Geçenlerde bir hanımefendi demiş ki: “Aşk, kısa süreli bir his kaybıdır” o ne güzel bir his kaybıymış, ben hep kaybettim. Aşkı çok fazla zikretmesinler. Aşık oluyorsun da bilmiyorsun çünkü olduklarında Mevla kendini, cemalliğini gösteriyor, bazen de celalliğini gösteriyor, celalliğini gösterince kaçıyorsun, cemalliğini gösterince seviyorsun. Zaten Leyla, Leyla diye Mevla’yı öğrenecekler de, böyle paramparça öğrenirlerse yıpranırlar. Biraz roman okusunlar, biraz şiirle ilgilensinler. Her Belediyenin en büyük görevi, bir musiki cemiyeti açmasıdır. Sokaktan çocuğu almak istiyorsan; alkolden, sigaradan, eroinden uzak tutmak istiyorsan, televizyonda reklam vermekle olmuyor, yasaklamayla olmuyor, “Milli içkimiz ayran” demekle de olmuyor, belediyelere musiki cemiyetini zorunlu kıl, ücretsiz insanlar Fisabilillah çaylarını içsinler, öğretmen koy, bir sürü konservatuar mezununa öğretmenlik hakkı vermiyorsun, bunlar nerede çalışıyor, gazinoda, pavyonda vs, milleti içiriyor, müzik seviyor adam, imam hatipe gitmesi mi gerekiyor? bir tane de ahlak hocası koy. Ahlaksız imandan Allah’a sığınırım. Ahlaklı profesör, Edison gibi olur, sana ampul üretir, ahlaksız profesör de atom bombasını yapar, sen bütün okullarda zekalı çocukları profesör yapacaksın ama ahlak yok. Din, ahlaksız olmaz ki, ahlaksız din, din değildir. İnsanlara din dersini öğretmeyeceksin, Allah dinine sahip çıkar, kimse kusura bakmasın, hiçbir sokak, hiçbir cadde sahipsiz değildir. Allah dinine sahip çıkar merak etme, sen kendine sahip çık. O Allah’a güvensizlikten ileri gelir. Osmanlı’nın çöküş döneminde hak ettik, zillet dönemi başladı, 120-130 sene zillette yaşadık, şimdi izzet dönemine geçtik. Kimse din elden gidiyor diye felaket tellallığı yapmasın.
“DİYANET İŞLERİ, ATATÜRK’ÜN PROTOKOLÜNDE 5.SIRADAYDI, ŞİMDİ 50.SIRADA”
“ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEKLERİNE, ATATÜRK’Ü ANLATMAK LAZIM”
Musiki Hocası Fikret Erkaya az önce, cumhuriyete küfreden millet her şeyi hak eder, dedi…
Diyanet işleri Başkanı 5.sıradan, 52. Sıraya düşürülürse öyle olur. Atatürk’ün protokolünde Diyanet işleri Başkanı 5.sırada, şimdi zurnanın zırt deliğinde. Atatürk’e laf söylüyorlar, şu Atatürkçü düşünce derneklerine Atatürk’ü anlatmak lazım. Adamı bırakamamışlar ki, vursun peşine geleni. Gözü açık gitmiş, silahı yastığının altına koymuş. Peşine gelen de: “Ne başa alın, ne boşa alın” demiş. Tutmuşlar başa almışlar, o da vuracakmış, vuramamış, Kuran’ı Kerim’leri topladı, camileri çöplük yaptı. Ondan sonra bunların hepsine Atatürkçü dediler.
“KİMSE KÜRTÇE KASET DİNLEMİYOR, KÜRT OKULUNA DA GİTMEZLER”
“ÇÖZÜM SÜRECİNİ BÜTÜN KALBİMLE DESTEKLİYORUM”
“HEP OSMANLI İLE ÖVÜNÜRDÜK, ARTIK TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE DE ÖVÜNÜYORUZ”
“NE KADAR ZENGİN BİR ÜLKE OLDUĞUMUZU 10 SENEDE FARK ETTİK”
Teröre karşı gösterdiğiniz tek tepki konserlerinizi iptal etmek değil elbette…Savaş için jeeplerinizi verir misiniz anketinde, “Bu bizim savaşımız değil. Yine de fedakarlıktan kaçınmayız. Jeepimiz devletimize feda olsun” demiştiniz. Çözüm sürecini destekliyor musunuz?
Bütün kalbimle destekliyorum, olması gereken oldu. Allah’a şükürler olsun. İçimizdeki kangreni çıkarttığı için hükümete yardımcı olsun. İçimizde kanser virüsü vardı. Benim kardeşim, 80’lerde askeri okula giderken, Allah ile Atatürk’ü karşılaştırdıklarında subay olamamıştı. O zındıkların içeride yatmasından memnunum ama kurunun yanında yaşlar da var. Ülkede ayaklar baş olmuştu, şimdi baş yerine oturdu, ayaklar baştan emir almaya başladı, onun için izzet dönemine giriyoruz, hepimiz Müslüman’ız, Türk’üz, herkes istediğini konuşsun, eskiden Kürtçe kaset korsan çıkıyordu, şimdi yasa çıktı, kimse Kürtçe kaset dinlemiyor, aç Kürt okulu, giderlerse ben …..olayım. nasıl bölecekler bu milleti ya? kuklalar yönetmiş bizi. Hükümetin tabi ki, İsrail ile de, Amerika ile de güzel ilişki kurması lazım ama bundan öncekiler hep onlarla ilişki kurdu, bizimle kuramadı. Padişah giderayak diyor ya, “Bu benim küpüm, dolu, beni seçerseniz küpüm dolduğu için size hizmet edeceğim, bu yeni gelenin küpü boş, o doldurana kadar size bir şey vermez” Bundan öncekiler öyleydi, hiç değilse bunlar küplerini dolduruyorlar ama memlekete hizmet ediyorlar. Ne kadar zengin, büyük bir ülke olduğumuzu 10 senede fark ettik. Hep Osmanlı ile övünürdük ama şimdi Türkiye Cumhuriyeti ile de övünüyoruz. Çiller, Yılmaz, kendi hırsları yüzünden kavga edip durdular. Devlet adamı yetiştirememişiz ki, Atatürk’ten sonra gelmemiş, bir Özal gelmiş. Atatürk’ten sonra gelen adam, ülkeyi mahvetmiş.
“ERDOĞAN, ATATÜRK’ÜN KURMUŞ OLDUĞU TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ YAPAN LİDERDİR”
“ÇOCUĞU OLMAYANI BU ÜLKENİN BAŞINA GETİRMEYECEKSİN”
“ATATÜRK, CUMHURİYETİ KURDU, ORADA DURDUK”
“CUMHURİYETİN İKİ ADAMI VAR; ATATÜRK VE ERDOĞAN”
Tayyip Erdoğan’ı, Atatürk’ten sonra gelen başarılı liderlerden görmüyor musunuz, onun sizin şarkılarınızı sevdiğini biliyoruz, bazı konuşmalarından sizin şarkılarınızdan satırlar paylaştığı oldu.
Erzurum’a hizmet yaptığı zaman, ona bir şiir yazıp gönderdim, yanına gitmedim. “Doğu, Batı her topluma her topluma aynı gözle hoş bakanım, Sefa geldik Erzurum’a selvi boylu Başbakanım” diye. Her kıtada ‘Yunus yollu Başbakanım’, Davos’taki çıkışından ötürü, “Fatih ruhlu Başbakanım” biraz tasavvuf yönüne değinerek “Mevlana ruhlu Başbakanım” diye 16 kıta bir şiir yazdım, gönderdim. O da teşekkür etti. Erdoğan, Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetini, Türkiye Cumhuriyeti yapan liderdir. Atatürk’ten sonra uyumuşuz, uykuya daldığı gün hepimiz uyumuşuz. Biraz Özal silkelemiş ama onun da ümüğünü sıkmışlar, zürriyetsiz adamlarla yönetile yönetile anamız iliğimiz ağlamış. Çocuğu olmayanı, çocuk sevgisi tatmayanı bu ülkenin başına getirmeyeceksin. Adam merhameti bilmiyor. Adam 50 sene ülkeyi yönetiyor şapka ile, “Yaptım” der mi? doğdum doğalı adam ile yaşadım. Allah’tan kurtardık. Cumhuriyet’in iki adamı vardır, Atatürk ve Erdoğan. Allah Özal’a rahmet eylesin, gerisinin de günahlarını affetsin. Atatürk, Cumhuriyeti kurdu, orada durduk. Aynı demir yollarıyla 2000 yılına geldik, ama hiç durmadık bir 10.yıl marşı “Demir ağlarla ördük” Halbuki 38’de durduk…Demir ağlarla ören Başbakan. Allah uzun ömürler versin.
“8 DK’LIK ŞİİRİ, 120 DK’LIK FİLM YAPTIK”
Rol icabı atmanız gereken tokadın gerçekliği sosyal alemin bile dile düşmüştü. Beceremediğiniz tek şey, rol yapmak mı? Siz de film yapanlar kervanına katılacak mısınız?
3 seneyi geçtik. O zaman azdık. Ben iyi bir oyuncu olduğumu söyleyemem, ben matrak adamım, gülerim, Benim oyunculuğum, Temel Gürsu’nun başarısıdır. Suratı asık görünürüm ama gülerim. Film yazdım da oynar mıyım, oynanam mı bilmem, eski şiirim vardı, “Bir akşamüstü” diye. Ona karakterler yazdık, birine çektiririz, ben de çekebilirim tabi. 8 dk’lık şiiri 120 dk’ya büyüttük.
“ZARA İLE ARTIK MEŞK EDEMİYORUZ”
Zaten bir şiirin bir satırı dünyayı anlatmaya kafidir… Size ağabey dediği halde çok yakıştırıldığınız Zara ile… “Türkü geçmişi var, bağlama ve ut çalıyor. Birlikte olduğumuz zaman hemen meşk etmeye başlarız” diye anlatmış aranızdaki ilişkiyi. Birlikte meşk edemediğiniz arkadaşlarınız da var mı, meşk şevkinizi bozan unsurlar neler?
Dünya. Ego. Ben. Zara hanımla meşk edemiyoruz artık. Ayrıldığı kocasını, Fikret Hocamın annesinin cenazesine götürdüğüm için benimle küstü. O da kocasından ayrıldı, bir ev, bir araba aldı, ben onun kocasından ayrıldım iki villa verdim. Ama ben yine de küsmedim. Fikret Hocam, İskender’in asker arkadaşı, İbrahim arabam yok, beni de alır mısın, ekmeğini yemişimdir Hacının dedi. Aldım, cenazede gördü beni, telefonunu değiştirdi, hanımla da benimle de bir daha konuşmadı. Orada burada İskender ile kaset yapıyormuş diye söylemiş, kasetler çıktı söz-müzik-yapım benim yeğenimin şirketi, ben İskender ile çalışmıyorum. Ben söylemedim, Seda Sayan söyledi: “Babamın da onda emeği vardır, insan bir başsağlığı diler” Ben onun elinden tutup, televizyon televizyon gezdirdim. Sırf onları televizyon programlarına alsınlar diye istemediğim programlara da çıktım.
“ARKADAŞLARIMI HEP KEDİMDEN BÜYÜK SEÇTİM”
“Ben dostluk deryasında çok sevdim, çok sevildim” dediniz….o size yeter… İstanbul’a geldiğinizde şarkı söylemeniz için sizi Beyoğlu’na götürüyorlar, içerideki gürültüyü görünce, “Beyoğlu’nda şarkıcılık olmayacak ben Nişantaşı’nda garson olayım” diyorsunuz. Hayatta tercihlerinizi hep geri adım atmak üzerine mi kurdunuz, karakteriniz mücadeleye mi, yenilgiye mi müsait?
Biraz kadercilik. Azimliyimdir ama hırslı değilimdir. Benim en büyük şansım hep arkadaşlarımı kendimi büyükten seçtim. Hepsinden de bir şey öğrendim, hala daha görüşürüm, bir tanesi Ankara’da, 4 tanesi burada. Bilsem de o işin aslını, sorarım o mutlu olsun diye.
“FAZIL SAY’IN PİYANOSU AKORTLU, AĞZI AKORTSUZ “
“FAZIL SAY, KENDİ KIYMETİNİ BİLMİYOR”
Fazıl Say’ın sanatçı olduğu halde siyasi söylemlerindeki ayarı kaçırmasını ve cezalandırmasını sizin vicdanınız nasıl yorumlar, çok merak ediyorum?
Onu yargılamaya gerek yok, o doğmuş doğalı cezalı, hadsiz çünkü, o güzel piyanoyu çalan bir adam bunları söyleyebilir mi? Güzel bir elbise giymiş bir adama “Ne beyefendi” dersiniz, konuşmaya başlayınca bozar ya, Fazıl Say konuşmasın, piyano çalsın, haddini bilmeyen bir adam, kendi kıymetini de bilmeyen bir adam. O kendine zaten zarar veriyor, onu mahkemeye vermeye gerek yok, bu ülkenin sevdiği sanatçılarına, bize de taş attı, ben Türk müziği yapıyorum da bana arabesk yapıyor diyorlar, ben saksafonu çaldığım zaman kimse çaldırmıyordu, perdesiz gitarları biz çaldırdık 90’larda. Reggae ritminde müzik yapan mı vardı? Sanatçılara hakaret edecek kadar alçaldı. Ceza budur. Allah cezasını vermiş, ortalıkta zırlayıp, duruyor. Mahkemeye verip, onun sesini çıkartmamak lazım çünkü akortsuz bir sesi var, piyanosu akortlu, ağzı akortsuz, dengesiz.
“MÜZİKLE UĞRAŞANA ‘DELİ’ DERLER”
Müzik eğitimi alıp, şarkıcılıkta itibar görünce size “Deli İbrahim” diyen babanızın bakışı değişti.
Yok Deli İbrahim demiyordu, ben üniversiteyi bıraktıktan sonra, müzik eğitimi alınca Erzurum’da babama diyorlar, “Senin oğlun evlenmiyor mu, üniversiteyi de bırakmış, başı boş dolaşıyormuş” Babam da: “Bizim deli kendi işine bakıyor” diyor. İlk albümden sonra Vali ve Kaymakam, bizim eve babamla kahvaltıya gelince, birden bire “İbrahim Bey” olduk. Müzikle uğraşana zaten ‘deli’ derler, davulcuya, zurnacıya kız vermezler, şöhreti değil de, arabaları, evleri, yatları gördüler, onları onları seviyorlar, sanatı değil. Benim uşağı da şarkıcı yap diyenler oldu, beni kimse yapmadı, dedim. Her şey Allah’ın eliyle oluyor, elini boyaya sok, duvara vur, “Allah” yazar. Ama çocukların müzikte yolunu açtık, müzikle uğraşmaya başladılar, kimse kızmadı. Çünkü bizim Erzurum’da bağnaz bir takım var, Emrah’ı taşlamışlar, İbrahim Hakkı’yı hiç görmemişler, Reyhani’nin burnundan getirmişler o da gitmiş, o da: “Öz canımdan çok sevdiğim Erzurum çaresiz, dişimi sıktım gidirem, gafillerden darbe yedi gururum, evimi, barkımı yıktım gidirem” demiş. Reyhani’yi gördük, park yapalım, heykelini dikelim, mezarını Erzurum’a taşıyalım dedik, “Böyle şeyler için benim evime gelmeyin, divanımı da hazırlamayın, benim divanımı Narman’lı İbrahim Erkal hazırlayacak” dedi. Gördüğüm onlardı. Bana tasavvuf hocam da, “Deli” derdi, onun için ben çok mutluyum. Daha biz bir şey yapmadık, yapacağız.
İlgili Haberler