Üniversite öğrencisi olduğu dönemde Amasya’da ikamet ederken, Milli Gençlik Vakfı bünyesinde sivil toplum faaliyetinde bulunan gencin başına gelenlere mi yoksa bugün yaşadıklarına mı üzülürsünüz. Haksızlığa maruz kalan “artık muhtar bile olamaz” denen Başbakan’a haklarını iade eden devlet, hiçbir suçu olmayan ve memnu hakları iade edilen; yaşı genç ama yaşadığı saçmalıklar dolayısıyla bıkmış ve umudu kırılmış öğretmene neden zulmediyor?
28 Şubat atmosferinin bütün hızıyla hüküm sürdüğü 1999 yılında Suluova Milli Gençlik Vakfı’na gündüz gözüyle yapılan sözde baskında sebepsiz yere gözaltına alındı. Darbe suçlu arıyordu. Suçlu bulunacak eğer yoksa bir şekilde uydurulacaktı. Onu karakola götürenler evinde aramalar yaptılar. Yapılan aramada suç delilleri(!) bulunmuştu.
Büyük Doğu yayınlarına ait Necip Fazıl Kısakürek kitapları, Ruşen Çakır’ın Ayet ve Slogan’ı, bugünlerde Star Gazetesi’nin ek olarak verdiği 1950-1960 yılları arasında yayınlanmış Büyük Doğu Dergilerinden birkaç sayı, Kuran-ı Kerim Meali, Salih Mirzabeyoğlu tarafından yazılmış Tilki Günlüğü, Ahmet Mithat Efendi’nin batılılaşmayı anlatan kitapları, Leman Dergisi’nin karikatürleri ile fare yakalamak için ucuna peynir takılı olan fare tuzağı… Örgütsel dokümana bakar mısınız?
Amasya Emniyetine götürülerek işkence yapıldı. Manevi değerlerine küfür edildi ve aşağılandı. Hiçbir eyleme katılmamış, yasadışı hiçbir faaliyetin kenarından bile geçmemişti. Hakkında “Yasa dışı silahlı çete niteliğindeki örgüte yardım etmek” suçlamasıyla Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde dava açıldı ve yargılanmaya başladı. Ne olduğunu anlamakta zorlanıyordu. 28 Şubat karabasanı çökmüş, postmodern darbeye gerekçe, insanlara ise isnat edilecek suç aranıyordu. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1999 tarihli kararıyla da hakkında yasa dışı silahlı çete niteliğindeki örgüte yardım etmek suçundan 3 yıl 9 ay ağır hapis cezası verildi. 22.04.1999 tarihine kadar işlenen suçlardan dolayı şartlı salıvermeye, dava ve cezaların ertelenmesine dair; 4616 sayılı Kanun yayınlandı ve Kanun gereği hakkında verilen hüküm ertelendi.
Amasya Eğitim Fakültesi’ni bitirmişti. Öğretmen olmak için Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurdu ve 2001 yılında öğretmen olarak atandı. 2 yıldan fazla çalıştı. Bakanlıkça hakkındaki mahkûmiyet kararı gerekçe gösterilerek memurluğa atanma şartlarını taşımadığının sonradan anlaşıldığı gerekçesiyle 657 sayılı Kanun’un 98/b maddesine göre 2003 yılında görevine son verildi. Daha sonra 5 yıllık erteleme süresi içinde aynı cins veya daha ağır bir suç işlenmediğinden başvurusu üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla hakkında verilmiş hüküm, bütün neticeleri ile birlikte ortadan kaldırıldı. Verilmiş olan mahkûmiyetin vaki olmamış sayılmasına karar verildi. Öğretmen, Amasya Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurarak hakkında “memnu hakların iadesi” kararı aldırdı.
Bu kararlar üzerine göreve iade için Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurdu. Bakanlık, mahkûmiyet kararını gerekçe göstererek genç öğretmenin talebini reddetti. Bakanlık bürokratları ile görüştü. Bir bürokrat kendisine, “Senin mesleğine dönmen için hiçbir yasal engel yok. Göreve başlatılman lazım” derken, ‘AK Parti döneminde şu yaşadığıma bakar mısın’ diyen öğretmene, atamadan sorumlu bürokrat ise, “AK Parti diyorsun. AK Parti iktidarda bir yıl kalabilecek mi ki” diye karşılık verdi. Devlet Personel’den ve Bakanlık 1.Hukuk Müşavirliğinden görüş soruldu. Devlet personel olumlu cevap verirken Bakanlık Hukuk Müşavirliği ise ‘başlatmayın’ dedi. ‘Eğer başlatırsanız yarın bir gün herhangi bir şey olursa sorumluluk sizindir’ anlamında göz korkuttu. Çaresizdi. Olanlara hiçbir anlam veremiyordu. “Bakanlığın ret cevabını idare mahkemesine götür Hocam” dediler. Öyle yaptı. Mahkeme, ‘takdir idarenindir’ diye karar verdi.
Başbakan’ın yaşadıkları geldi aklına…
Yüksek Seçim Kurulu, Anayasa’nın 76/2 maddesinde belirtilen nitelikte bir ceza mahkûmiyeti nedeniyle milletvekili seçilme hakkını yitirmiş bulunan kişilerle ilgili, “Bu kişiler haklarına ancak ve sadece, Adli Sicil Kanunu’nun 13/A maddesi uyarınca, talepleri üzerine mahkemece verilecek ‘yasaklanmış hakların geri verilmesi’ kararıyla kavuşabilirler” diyordu. Erdoğan da bu karar sayesinde milletvekili ve akabinde başbakan olabilmişti.
Darbe dönemlerinde hukukun ve adaletin askıya alındığı zamanlarda her masum vatandaşın başına gelebilecek bir olay, genç öğretmene hayatı zindan etti. Günümüzde Ruşen Çakır’ın televizyonlarda programlar yapıp itibar gördüğü, Leman dergisinin bugün herkesi güldürdüğü, Necip Fazıl Kısakürek isminin okullara verildiği bir ortamda, O, okula giremiyordu. Anlaşılan, polislerin delil olarak götürdüğü peynir takılı fare tuzağına sanki o düşmüş çırpınıyordu.
İnşaatlarda amelelik yaptı. Karnını doyurmaya çalıştı. İmtihan diye düşündü. Böyle düşünmek onu teselli ediyor ve güçlü kılıyordu. İçinden “Sen Öğretmensin” diyen sese de kulak asmamaya alışmıştı. Birçok insanın burun kıvırdığı işlere bile talip oldu. Hayata tutunmalı ve ayakları üzerinde durmalı, evine ekmek götürebilmeliydi. Yıllar geçiyor ama yaşadığı adaletsizliğin açtığı yara kabuk bağlamıyordu. Yılgın çalışıyordu. Hayatın yükü ve yaptığı işler onu yormuyordu. Onu yoran; kafasında cevap bulamadığı sorular, bürokratların tuzu kuru, keyfi ve fütursuz davranışlarıydı.
Yeni çalıştığı işyerinden fırsat buldukça işin uzmanları ve avukatlarla görüşüyordu… Görevde olduğu günlerde sendika üyesi olduğunu hatırladı ve yolu Eğitim-Bir-Sen’e düştü. Bu işi en iyi onlar bilir diyerek hukuk bürosuna girdi. Elinde bir yığın evrak vardı. Artık kuracağı cümlelere kafa yormuyordu. Cümleler zaten kendiliğinden peş peşe geliyordu. Anlattı, anlattı ve duraksayıp ne diyorsunuz der gibi baktı.
Hukukçular, “Her ne kadar mahkeme kararları atamada Bakanlığın takdir hakkına atıfta bulunsa da atandığınız ve görevden alındığınız tarihlerde yürürlükte olan 657 sayılı Kanun’un 48. maddesi, ‘Taksirli suçlar ve aşağıda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere…’ ibaresine yer veriyor. Yeniden atanmanızda hiçbir hukuki engel yok. Diğer yandan cezanızı(!) ortadan kaldıran 4616 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi kararında da ifade edildiği üzere bir ‘af kanunu’ olmayıp, 657 sayılı Kanun’un 48. maddesinde yer alan ‘…affa uğramış dahi olsalar…’ hükmünün size uygulanması mümkün değildir” dediler.
Bakanlık, idare mahkemesi kararında belirtilen “idarenin takdir hakkı vardır” gerekçesine sığınabilir? Ancak Yüksek Seçim Kurulu’nun dahi memnu hakların iadesi kararı getiren adayların, “affa uğramış olsalar dahi” ibaresi olmasına rağmen, haklarında mahkûmiyet kararı verilmiş bulunanların adaylık başvurularının kabul edildiğini bütün kamuoyu biliyordu. Fakat Milli Eğitim Bakanlığı’nın aynı durumda bile sayılmayacak bir hususta “bu kişinin öğretmen olmasına hukuk müsaade edebilir ama ben müsaade etmiyorum” demesini ne yazık ki kimse bilmiyordu. Çünkü kol kırılıyor ve yen içinde kalıyordu. Sayın Başbakan’a yapılan haksızlık ile bana yapılan haksızlık arasında ne fark var diye düşündü. YSK’nın “…mahkûmiyet hangi yasadan kaynaklanmış olursa olsun şayet bu mahkûmiyet 5237 sayılı Yasa dışındaki herhangi bir yasa hükmü gereğince (örneğin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48. maddesi gibi) hükümlü yönünden süresiz hak yoksunluğu doğuruyorsa, bu yoksunluğun giderilmesi için, süre ve diğer koşullar gerçekleştiğinde yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilmesi mümkündür…” gerekçesi neden kendisi için de dikkate alınmıyordu? Hukuk ve adalet bunu gerektirmez miydi?
Anlaşılan, olay, bürokratların, “AK Parti diyorsun. AK Parti iktidarda bir yıl kalabilecek mi ki” sorusunda gizli. Bir yıl kalacak mı denilen AK Parti on yıldır iktidarda ama anlaşılan Milli Eğitim Bakanlığı istisna. Bu ülkede memnu hakların iadesi kararı alınmak suretiyle milletvekili, hatta başbakan olunabiliyor iken; hakları iade edilen bir kimsenin yeniden öğretmen olarak atanamıyor olmasının cevabı verilmek zorundadır.
Başbakan’a haklarını iade eden devletin bürokratlarının bu tavrını anlamak imkansız. Milli Eğitim Bakanlığı bürokratları bu öğretmeni neden süründürüyor ve neden yıllardır zulmediyor? Öğrendiğim kadarıyla bu öğretmen tek değilmiş. Bunun gibi birçok hadise söz konusuymuş. Bakanlık bürokratlarının keyfi ne zaman gelecek. Bu bakanlık Başbakan’ın iradesinin dışında mı hareket ediyor. Sayın Bakanım, devraldığınız bakanlığın bu hallerinden ve bürokratların bu tavırlarından haberdar mısınız?
Sizden öğretmenin yaşadığı çileyi bitirip göreve iade etmenizi, değilse gerçekten ikna edici bir cevap bekliyorum.
İlgili Haberler
CHP, hep aynı!
Hazreti Mevlana 571. Vuslat Yıldönümünde Anıldı
Uçan Türk Fatih Arda İpçioğlu Türkiye Kayakla Atlama tarihinin en iyi derecesini yaptı
Basın Platformu İstanbul medya camiasını buluşturdu
Gökhan Arıksoy’dan gençlere tavsiye: “Fark yaratan işlerde uzmanlaşın”
Kartal Belediyesi Personeli “Herkes İçin Bir Dünya” seminerinde