“En büyük eşitsizlik, eşit olmayanlara eşit muamelesi yapmaktır. En büyük ayrımcılık da tipleri aynı olmayanlara tek tip muamelesi yapmaktır. Aynen birlik olsun diye ayak tipine bakmaksızın herkesi tek tip bir ayakkabıyı giymeye zorlamak gibi.”
Prof. Dr. Yunus Çengel
(Amerika Nevada Üniversitesi Eski Öğretim Üyesi)
Eğitim-Bir-Sen İstanbul 4 No’lu Şube Başkanı Ali Yalçın üniformalı eğitim hakkında düşüncelerini şu şekilde dile getirdi:
”Tek tipçilik, yaratılıştaki çeşitliliğe ve armoniye müdahale etmeyi alışkanlık haline getirmiş baskı ve tahakkümün olduğu yönetim tarzlarının bir ürünüdür. Herkesi gözünde asker gibi haki yeşili içinde görme saplantısının olmaması gereken yerin adıdır eğitim kurumları. Çocuğun renk seçimine ambargo koymadan, torna imalatı olmaya zorlamadan kişisel tercihlerine saygı duyduğunuz zaman özgün kılarsınız.
Bir öğretmenin çocuklara resim dersinde bir ev çizip herkes böyle ev çizsin demesi ne kadar pedagojik değilse, birkaç kişinin bir araya gelip şu renk daha güzel bütün öğrenciler aynı rengi giysin demesi de o kadar pedagojik değildir. Prof. Dr. Yunus Çengel’in yazının başındaki nefis tespiti olayı özetliyor aslında. Çengel tespitine devamla; “Böyle dışlayıcı bir hareket, seçilenden değişik tipteki ayakları incitir, sahiplerini küstürür ve hatta onları ayakkabı düşmanı yapıp yeni arayışlara iter. Buradaki düşmanlık ayakkabıya değil, seçilen tipe ve zorbalığadır. Yoksa herkes memnuniyetle ayakkabı giyer ve giymeyi savunur. Yeter ki tüm ayakları kapsayacak kadar değişik tipleri olsun. Ayakları incinen ve hatta yaralanan ayakkabı mağdurlarını “ayakkabı düşmanı” ilan etmek duyarsızlıktır, bağnazlıktır ve ayrımcılıktır. Tek tipte ısrarı bırakıp esnekliği esas alsalar görecekler ki ülkede “ayakkabı sorunu” diye bir şey kalmayacak ve “ayakkabı düşmanı” diye mücadele ettikleri kişiler ansızın “ayakkabı dostu ve savunucusu” oluvermişler.” İşte olay bu…
Eski siyah beyaz bir resmi, fotoğrafçıda renkli yapmak ve rötuşlarla onu şempanzeye döndürmek nasıl özgünlüğünü götürüyor ve sırıtıyorsa, bireysel özgürlüklerimize yapılan saldırı manasına gelen aynı kıyafeti giyeceksin mecburiyeti de özgün ve özgür birey üzerinde aynı şekilde sırıtmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı; anaokullarında öğrenim gören öğrencilere uygulanan kıyafet zorunluluğunu kişilik bozukluğuna sebebiyet vermemek için önceden kaldırmıştı. Önceki günlerde Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun öğrencilerin belirlenmiş kıyafetler dışında başka kıyafet giymemesini anketlerle tartışmaya açması neredeyse küçük kıyameti kopardı. Kıyafet sektörünün tepkisini ve siyasilerin yaptıkları işin gereği olarak gösterilen refleksler karşısında aldıkları tutumu anlamak mümkün; fakat eğitimcilerin serbest kıyafet karşısındaki tutumunu anlamak gerçekten zor. Eğer, eğitim ortamında disiplini sağlamanın ve otoriteyi oluşturmanın bir parçası da kıyafettir diye kurulan bir cümle varsa bu o zaman sorunun nereden kaynaklandığını anlamayı kolaylaşacaktır ki; bu eğitimciler olarak geldiğimiz noktanın sorgulanmasını gerektirir. Yok, eğer serbest kıyafet kusur örtüyor diyorsak bu manipülasyonun ve propagandanın kapsama alanına girdiğimizi gösterir ki sesli düşünmenin zamanıdır diyebiliriz.
Tek tip kıyafet gerçekten de kusur örtüyor mu?
“Bizim toplumumuzda yoksullar, fakirler var. Eğer kıyafet serbest olursa bizde bazıları son derece lüks giyer, marka takılır. Gelir seviyesi düşük öğrenciler ise marka giyemez ve akranlar arası uçurum çocukları rencide eder” diye öne sürülen gerekçe kafa çeldiricidir. Beyler marka sadece okulda değil, oyun parkında, sokakta oynanan miskette, hatta sofrada ki ekmekte hayatın her alanında var. Eğer marka takıntısı bir hastalıksa bunu öğleye kadar okul ortamını siterlize ederek çözemezsiniz. Kaldı ki tek tip kıyafete rağmen kalemde, defterde, silgide, çantada, ayakkabıda, kantinden alış verişte hatta ve hatta tek tip kıyafetin kalite farkında dahi bu kendini göstermektedir. Kimse polyanacılık oynamasın.
Yeşilçam Filmlerini hatırlayın… Çocuk fakir, kız zengin. Fakir genç zorlanarak aldığı klâs elbiseler ile kendi durumunu gizliyor ve zengin gösteriyor. Kızı tavladıktan sonar bin bir sakarlıkla geçen sahnelerden sonra gerçek ortaya çıkıyor ve her iki tarafta gerçekle yüzleşiyordu. Bazen oturduğumuz yerden müdahale ediyor ve “aslanım doğrusunu söyle de bu kadar zor durumda kalma” diye kendi kendimize cam tüpün içerisindekilere akıl veriyorduk. Gelir dağılımı ve yoksulluk bir gerçekse, okul ortamında Yeşilçam Filmi oynamanın ve bu yalanı devam ettirmenin bir anlamı yok. Kaldı ki fakirlik kusur değildir biz öğretmenler; öncelikle bunu öğretmemiz gerekir. Karakter eğitimi işte burada devreye girmeli. Erdemi, onuru, gerçekliği, dürüstlüğü ve kendi ile barışık olmayı öğretelim. Başkası gibi görünmeye çalışan kendine yabancı, değerlerinden uzak, hayatı marka olarak algılayan, kısa yoldan köşeyi dönmek için her şeyi mubah sayan algıyı değiştirelim. Memleketin kaynaklarını hortumlamanın, çalmanın çırpmanın, kul hakkı yemenin ve haksız kazanç elde etmenin kusur olduğun öğretelim. Tek tip kıyafet kusur örtmüyor, duyguları bastırıp sıkıştırılmış zemberek gibi tehlikeli hale getiriyor. Bir şeyleri örtmeyelim duyguları eğitmeye çalışalım. Fakir ama gururlu, fakir ama onurlu, fakir ama en iyi örnek öğrenciyi öne çıkaralım.
Tekstil ile öne çıkan, küresel pazarda iddialı ülkelerden birisiyiz. Ülkemizde belki de en ucuz olan şey kıyafetlerdir. Pazarda 5 liraya pantolon, gömlek, kazak satılmaktadır. Okul açıldığı dönemde çocuğuna okul kıyafeti düzmek isteyen bir veli şart koşulan mağazadan aldığı elbise fiyatına dışarıdan pazardan serbest olmak şartıyla iki takım düzer. Kıyafet serbestîsi olsa aile çocuğunu normal sokakta oynadığı kıyafetle mi okula gönderecek sanıyorsunuz. Misafirliğe giderken çocuğuna özen gösteren ve temiz düzenli giydiren aile tabi ki okula gelirken de aynı özeni gösterecektir. Öğrencilerin okullarda öneri kutularına attıkları isteklerden en öne çıkanlar arasında “okul kıyafeti serbest olsun”, “convers ayakkabı giymek istiyoruz”, “ille de siyah ayakkabı giymek istemiyoruz spor ayakkabı giyerek okula gelmek istiyoruz” gibi talepler var. Bakanlığın yaptığı anketin sonucunun farklı olmasını beklemek; öğrencileri yeterince tanımadığımız anlamına gelir. Görünen köye kılavuza ne gerek. Efendim serbest kıyafet uygulaması olursa dışarıdan gelen sivil birinin okul içinde dolaştığını nasıl fark edeceğiz gibi sorular bile sorulmakta ve ciddi ciddi cevap vermeye çalışanlar görülmektedir. Köylerde hayvanların kulaklarına en vururlar ve acemi çobanlar için her hayvanın bel üstüne yağlı boya ile işaret atarlar. Utanmasalar çocuklara en vuralım diyecekler. Güttüğü danaları tanımayan acemi çobanlarla öğretmenleri aynı kefeye koyanları ciddiye alanları ciddiye almaya değmez.
Öğrencilerin aynı kıyafette olması disiplini kolaylaştırdığını düşünenler var. Sabahları törenlerinde kravatını düzelt, gömleğini içeri al, yakanı toparla gibi manasız boğuşmanın aldığı bir mesafe var mı Allah aşkına? Eteklerini yukarı kıvıran kız öğrenciler için pantolon etek tamam. Peki, kravatını salan öğrenci için kravat desenli yakası açılmayan gömlek mi üretsek ne yapsak? Cevizin kabuğu ile uğraşmaya ve şekilciliğe devam. Özüne inmeyi ve yeterliliklerimizi konuşmayı, sahip olduğumuz paradigmayı sorgulamayı niye öteliyoruz. “Müdür Bey bu öğrenciler beni dinlemiyor” diye sınıftan öğrenciyi alıp idareye getiren öğretmenin sınıf yönetimi yeterliliklerini geliştirmek yerine neler yapıyoruz sizce?
Velhasıl; okullarda tek tip kıyafet uygulaması kişinin özgürlüklerine vurulmuş bir darbedir ve kıyafet serbest olmalıdır. Eğitim üniformal bir faaliyet olmaktan çıkarılmalıdır. Anaokulundaki çocuğun kişilik gelişimine nasıl engelse tek tip kıyafet; bütün öğrenciler içinde engeldir.
“Yurt dışında bir ülkede okulları bize gezdirdiler. Sınıfa girdik ve öğrencilerden bir kısmı yerde oturmuş kendi çapında bir şeylerle meşgul ve bir kısmı oturaklarda oturuyor. Kimse bizim girmemizden dolayı ayağa kalkmadı ve hazır ol vaziyetine gelmedi. Hatta ve hatta bazı öğrencilerin üzerinden atladık. Çocuklar çalışmasına aynı motivasyonla devam etti. İşte bu onların özgüveni gelişmiş olmalarından kaynaklanıyor” diye anlatan Milli Eğitim Bürokratı: “bizde olsa nasıl olur?” diye soruyor. Saygı konusunda batı ile doğu toplumları arasında bir fark olması doğaldır. İçeri biri girdiğinde çocukların abartmadan toparlaması bizim değerlerimize göre olmalıdır ve doğrudur da… Fakat bizde şöyle olurdu herhalde: İçeri biri girmeden önce girecek adamın adı gelir ve herkes psikolojik olarak hazr ola geçer. Zatı muhterem içeri girdiğinde sadece bedenler hazır ol vaziyetine geçer. Otur demeden de oturulmaz. Gidene kadar da bütün öğrenciler acaba bir şey soracak mı? Diye içinden titrer durur. İçeri giren misafir ise asker edasıyla oturun der ve oturulur. Kişilik gelişiminde hangisinin ne gibi etkisi olur esas bunu düşünmek lazım.
Sabah okula and içerek törenle giriyoruz. Öğretmeni sınıfta törenle karşılıyoruz. Yılın çoğunu törenle geçiriyoruz. Her Türk asker doğuyor da asker gibi tek tip kıyafet giymek mi engel? Diye soranlar var; bunlar derin mevzular ve ben bunlara şimdilik girmiyorum.
Okullarda tek tip kıyafet ile ilgili olarak ben bu uygulamanın kişilik gelişimi ve özgünlük açısından isabetli olmadığını düşünüyorum. Eğer pedagojik mi diye sorarsanız; pedagojik hiç değil…”
Ali YALÇIN
EĞİTİM-BİR-SEN İstanbul 4 No’lu Şube Başkanı
İlgili Haberler
Başkan Yüksel, Kartal’ın Gelecek Vizyonunu Çiziyoruz
Tuzla Belediye Başkanı Eren Ali Bingöl, Her Zaman Vatandaşın Yanında
Maltepe’de ‘Başka Sinema’ gösterimleri başlıyor
CHP, hep aynı!
Hazreti Mevlana 571. Vuslat Yıldönümünde Anıldı
Uçan Türk Fatih Arda İpçioğlu Türkiye Kayakla Atlama tarihinin en iyi derecesini yaptı