SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ

MOBİL UYGULAMALARIMIZ

Kartal Gazetesi

Paylaş
veya
aşağıdaki bağlantıyı paylaşın:
Anasayfa Genel Manşet

Ramazan’a Girerken İstanbul’un 100 Camisini Keşfedin!

Yayınlanma:
ABONE OL

“Kendi adıma camii yaptırdım, adını şeyhe kaptırdım”

Deniz üzerine kurulan tek camii

Akıllılara ziyan bir hesaplaşma ve muhteşem bir aşk

Üzerinde kuş uçmayan bir camii

Mimar Sinan’ın en küçük eseri

Son Osmanlı şaheseri

Şükrün bir ifadesi

50 farklı Lale deseninden 20 bin çini ile süslü

Depremin yıkamadığı eşsiz bir yapı

Orjinalliğini koruyan en eski seladin camii

Sosyal ve kültürel bir merkez

Elmaslarla süslü gökyüzü modeli

Ekmek kırıntısından muhteşem bir şahesere

Boğazın manevi bekçileri

Yahya Efendi’nin dergahında bir fıçı şarap

İlk Türkçe ezan Fatih Camii’nde okundu

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., Ramazan ayının arefesinde, estetik ve zerafetleriyle İstanbul siluetine mührünü vuran 100 önemli camiyi anlatan rehber niteliğinde bir eser yayımladı. İstanbul camileri konusunda yaptığı özel araştırmalarla dikkatleri üzerine çeken sanat tarihçisi Berica Nevin Berberoğlu tarafından hazırlanan kitapta, 717 yılında ilk ezan sesinin yükseldiği Arap Camii, Mimar Sinan’ın eşsiz mimarlık örneği olan Süleymaniye ve Osmanlı’nın son şaheseri Sultanahmet camii başta olmak üzere 100 önemli cami tanıtılmış.

Özellikle Osmanlı döneminde inşa edilen camilerin ilginç hikâyelerinin de yer aldığı kitapta, İmparatorluk döneminde İstanbul’un her semtinin merkezine inşa edilen, dış estetiği kadar içindeki işlemeleri, halıları ve dayanıklılıkları ile şehrin sembolü haline gelen camilerin estetik ve teknik özellikleri anlatılıyor. Yapılan camilerin sadece bir ibadethane olmadığı aynı zamanda eğitim, kültür ve sağlık konularında da halkın temel ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde inşa edildiği vurgulanarak külliye sistemine özellikle dikkat çekilmiş. Kent kültürünün oluşmasında ve sosyal hayatın şekillenmesinde birincil rol üstlenen bu sistem, ayrı bir başlık halinde değerlendirilmiş.

Padişah Mahfili de Bulunuyor…

Kitapta yer alan bilgilere göre gelişmiş bir Osmanlı camisinde, namaz kılınan kapalı cami hacmine “sahn, şahın ya da haremsaray”, yanlarda ve giriş duvarında bulunan kimi zaman biraz yüksek tutulan sekilere “sofa”, kıble yönünü gösteren mihrap önündeki yüksekliğe “seki” deniliyor. Kimi camilerdeyse padişahın namaz kılabilmesi için ayrılmış, “hünkâr mahfili” denilen özel bir bölüm bulunuyor. Genellikle ayrı bir girişi olan ve cami zemininden yüksek yapılan bu bölüm, cami içinden görülemeyecek biçimde kafesle ayrılmış.

 

İşte ilginç hikâyeleri ve muhteşem estetiğiyle o camiler…

 

KENDİ ADIMA CAMİ YAPTIRDIM ADINI ŞEYHE KAPTIRDIM

LALELİ CAMİİ

Yaptırdığı hiçbir camiye adını vermeyen Sultan 3. Mustafa, Laleli Camii’ne adını vermeyi düşünmektedir. Caminin şekillendiği günlerde o civarda yaşayan Laleli Baba’yı da ziyaret eder. Ziyaret esnasında aralarında tatsız bir konuşma geçer. Sultan, bu olaydan birkaç gün sonra rahatsızlanır. Hekimler derdine çare bulamayınca 3. Mustafa’nın aklı başına gelir. “Boşuna uğraşıyoruz, bu derdin ilâcı Laleli Baba’da” der ve yaşlı dervişin huzuruna koşup affını ister. İyileşince de ince bir espriyle, “Kendi adımıza bir cami yaptırdık, onu da şeyhe kaptırdık” der ve camiye onun ismini verir.

Caminin planı kare olup kubbesini altı yarım kubbe çevrelemektedir. Hünkar mahfili sol taraftadır. Birer şerefeli iki minaresi vardır. Sol taraftaki minare, cami inşasından 6 yıl sonra yapılmıştır.Binanın ön tarafı ileriye doğru bir çıkıntı teşkil ederken yanlarda Yeni Cami’de olduğu gibi sütunlu galeriler vardır. Ortada sekiz köşeli planda yükselen orta duvarlar üzerine inşa olunan bir kasnak üstüne tek bir kubbe yerleştirilmiş ve duvar köşelerine birer ağırlık kuleleri yapılmıştır.

 

 

DENİZ ÜZERİNE KURULAN TEK CAMİİ

KILIÇ ALİ PAŞA CAMİİ

Kaptan-ı Derya tarafından 1580 yılında Mimar Sinan’a yaptırılan Kılıç Ali Paşa Camii denizin üzerine inşa edilmiş. Kılıç Ali Paşa, devrin padişahı 3. Murat’tan cami yaptırmak için yer ister. Padişah ise, “Sen deryaların serdarısın, gücün yetiyorsa derya üzerine bir cami yap” der. Bu duruma çok üzülen Kılıç Ali Paşa, Mimar Sinan’ı kendine mimar olarak tutar ve Tophane Rıhtımı’nın kenarına taş, toprak, moloz taşımaya başlar ve camiinin yapımına başlanır.

Kılıç Ali Paşa Camii tophane Meydanı’nda, cami, medrese, türbe, sebil ve hamamdan oluşan küçük bir külliye içindedir. Uluç Ali Reis olarak da bilinen Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa tarafından 1581 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Bu yapı, Mimar Sinan’ın yaşlılık dönemindeki son eserlerindendir.

 

AKILLARA ZİYAN BİR HESAPLAMA VE MUHTEŞEM BİR AŞK

MİHRİMAH SULTAN CAMİİ

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister. Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsca’da Güneş ve Ay anlamına gelir. Mihrimah Sultan ile evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır. Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir.

Mimar Sinan evlidir  ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır! Sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.

Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir.

Mimar Sinan ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimsenin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapar Mihrimah Sultan’a.

Mimar Sinan’ın hesaplamalarına göre, senede bir defa yani 21 mart’ta, güneş Edirnekapı’daki caminin tek minaresinin arkasından batarken, aynı anda Üsküdar’daki caminin iki minaresi arasından dolunay doğar.Gece ile gündüzün eşit olduğu 21 Mart,aynı zamanda Mihrimah Sultan’nın doğum günüdür!

Mimar Sinan’ın erken dönem eserlerinden olan külliye; bir cami, medrese, türbe, sıbyan mektebi, han ve imarethane ile tabhaneden oluşmaktaydı. Bunların ancak bir kısmı günümüze gelebilmiştir.

 

ÜZERİNDE KUŞ UÇAMAYAN BİR CAMİ

ŞEMSİ PAŞA CAMİİ

Gerçek ismi Şemsi Paşa Camii olan ve Üsküdar sahilde bulunan camiinin ismine dair ilginç rivayetler aktarılıyor. Söylenenlere göre, camiye Kuşkonmaz denmesinin bir başka nedeni de Şemsi Paşa’nın kişiliğiyle ilgili. Fazlasıyla titiz bir kişi olan Şemsi Paşa, Sokullu Mehmet Paşa ile rekabet halindeymiş. Zaman zaman şakayla karışık atışırlarmış. Şemsi Paşa bir gün Sokullu’ya, “Sokullu, camiini kuşlar pislemiş” diye takılınca, “Gökyüzüne açık olan her yer kuşların pislemesine müsaittir” cevabını almış. Paşa, cami yaptırmaya karar verince Sokullu’nun sözü aklına gelmiş. Mimar Sinan’a giderek, “Bana öyle bir yerde cami yap ki üzerine kuşlar pislemesin” demiş. Sinan, bütün camilerinde yaptığı gibi iyi bir araştırmadan sonra kuzey- güney rüzgârlarının kesiştiği bu noktayı bulmuş. Dalgaların kıyıya çarpmasıyla meydana gelen titreşimleri incelemiş ve camiyi burada yapmaya karar vermiş.

Mimar Sinan’ın en küçük eseri

Şemsi Ahmed Paşa tarafından yaptırılan bu eser, Mimar Sinan’ın inşa ettiği en küçük külliyedir. İki kapısı olan cami avlusunun biri kapısı deniz tarafına, diğeri ise park yönüne açılmaktadır. Kesme taştan harpuştalı olarak yapılan bu kapıların üzerinde kitabe yoktur. Avlu duvarlarında, klasik demir parmaklıklı pencereler bulunmaktadır. Camiye park tarafındaki kapıdan girildiğinde, sağ tarafta küçük bir hazire, sol tarafta ise aptes mahalli görülür. Avlunun kuzey ve doğu tarafı‘L’ şeklindeki medreseler tarafından çevrilmiştir.

 

SON OSMANLI ŞAHESERİ

SULTANAHMET CAMİİ

Sultanahmed Camii, 1609-1616 yılları arasında Sultan I. Ahmed tarafından Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa’ya inşa ettirilmiştir. İnşa edildiği dönemde cami uzunca bir süre cuma günleri Topkapı Sarayı ahalisinin  ibadetlerini gerçekleştirdiği mekân olmuş, Ayasofya’nın 1934 yılında camiden müzeye dönüştürülmesiyle, bir kez daha İstanbul’un ana camisi konumuna gelmiştir.

ŞÜKRÜN BİR İFADESİ

Zitvatorok barış anlaşması bölgeye ve Osmanlıya bir rahatlama dönemi açıp devletinin prestijini tekrar perçinleyince Sultan 1. Ahmet Allah’ a bir şükür ifadesi olmak üzere İstanbul’da o zamana kadar görülmemiş güzellikte bir mabed yükseltmeyi aklına koyar. Sultanın en büyük amacı, o zamana kadar yapılmış olan camilerin en büyüğünü ve en güzelini yapmak, özellikle de Ayasofya’ yı geçerek daha görkemli  bir yapı inşa ederek kulluğunu kanıtlamak olmuştur.

50 FARKLI LALE DESENİNDEN 20 BİN İZNİK ÇİNİSİYLE SÜSLÜ

Sultan Ahmed Camii, külliyesiyle birlikte İstanbul’daki en büyük yapı topluluklarından biridir. Bu külliye bir cami, medreseler, hünkâr kasrı, arasta, dükkânlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktadır. Bu yapıların bazıları günümüze ulaşmamıştır. Yapının mimari ve sanatsal açıdan dikkat çeken en önemli yanı, 20.000’i aşkın 50 farklı lale deseninden oluşan İznik çinisiyle bezenmesidir. Bu çinilerin süslemelerinde sarı ve mavi tonlardaki geleneksel bitki motifleri kullanılmış, süslemeler yapıyı sadece bir ibadethane olmaktan öteye taşımıştır.

Avluya atıyla giren padişahın kordona çarpmaması için kafasını eğmesini gerekiyordu. Padişahın bile camiye girerken kendisine çekidüzen vermesi Osmanlı ‘nın ibadet alanlarına duyduğu açıkça ortaya koymaktadır.

 

ORİJİNALLİĞİNİ KORUYAN EN ESKİ SELADİN CAMİİ

BAYEZİD CAMİİ

İstanbul’un en büyük meydanı olan Bayezid meydanında Sultan 2.Bayezid tarafından yaptırılan cami İstanbul’un fethinden sonra şehre kurulan ikinci büyük selatin camii özelliğine sahiptir. Şehirdeki ilk selatin camii olan Fatih Camii orijinalliğini kaybettiğinden İstanbul’da orijinalliğini koruyan en eski selatin camii olarak kabul edilir.

Cümle kapısında Şeyh Hamdullah’ın yazdığı kitabeye göre 1501-1506 yılları arasında beş yılda tamamlanmıştır. Evliya Çelebi’nin aktardığında göre caminin açılış günü ilk namazı padişahın kendisi kıldırmıştı.

İstanbul’da 1509’da meydana gelen ve “Küçük Kıyamet” diye anılan depremden zarar gördü. Depremden sonra kısmen onarılan camiinin onarımını daha sonraki yıllarda tamamlayıp güçlendiren Mimar Sinan oldu. Onun, 1573’de caminin içinde bir kemer inşa ederek yapıyı güçlendirdiği bilinmektedir.

 

SÜLEYMANİYE CAMİİ

DEPREMİN YIKAMADIĞI EŞŞİZ BİR YAPI!

Süleymaniye Camii, bir külliye olarak Kanuni Sultan Süleyman adına, 1550-1557 yılları arasında Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Mimar Sinan’ın “kalfalık eserim” dediği cami, klasik Osmanlı mimarisinin en önemli örneklerinden biridir. Yapımından günümüze dek İstanbul’da yüzü aşkın deprem gerçekleşmesine karşın, caminin duvarlarında en ufak bir çatlak dahi oluşmamıştır.

HEM SOSYAL HEM  KÜLTÜREL BİR MERKEZ

Süleymaniye Camii, Osmanlı Devleti’nin en görkemli günlerini yaşadığı çağda yapılmıştır. İstanbul panoramasının en önemli öğelerinden olan yapı topluluğu yalnızca bir ibadethane değil, külliyenin bünyesindeki sosyal donatıları ve çevresindeki mahalleyle birlikte günümüzde bile çok önemli sosyal ve kültürel bir merkezdir.

ELMASLARLA SÜSLÜ GÖKYÜZÜ MODELİ

Çevrelediği cami avlusunun ortasında  dikdörtgen şeklinde bir şadırvan bulunmaktadır. Caminin kıble tarafında içinde Kanuni Sultan Süleyman’ın ve eşi Hürrem Sultan’ın bulunduğu bir hazire mevcuttur. Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesinin kubbesi yıldızlarla donanmış gökyüzü imajını vermesi için, içeriden, metalik plakalar arasına yerleştirilmiş elmaslarla süslenmiştir.

Cami süslemeleri açısından sade bir yapıya sahiptir. Mihrap duvarındaki pencereler vitraylarla süslüdür. Mihrabın iki tarafındaki pencereler üzerinde yer alan çini madalyonlarda Fetih Suresi, caminin ana kubbesinin ortasında ise Nur Suresi yazılı bulunmaktadır.

Süleymaniye camiinin 4 minaresi vardır. Bunun nedeni Kanuni’nin İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah; bu dört minaredeki on şerefeninde Osmanlının onuncu padişahı olduğunun bir işaretidir.

 

DENİZ KIYISINA İNŞA EDİLEN İLK BÜYÜK CAMİ

YENİ CAMİ

Eminönü’nde bulunan ve Mısır Çarşısı’yla birlikte 1597 yılında temeli atılan Yeni Cami, Osmanlı sultanları tarafından yaptırılan büyük camilerin son örneğidir. İnşaata çeşitli nedenlerle ara verildiğinden tam 66 yılda tamamlanan caminin yapımında üç ayrı mimar çalışmıştır.Sultan III. Murad’ın eşi ve III. Mehmed’in annesi olan Safiye Sultan, kendi adına bir cami yaptırmak için saray baş mimarı olan Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Davud Ağa’yı görevlendirilmiştir. İstanbul’da deniz kıyısında yapılan bu ilk büyük caminin temeli, 1597 yılında devrin ileri gelenlerinin bulunduğu bir törenle atılmıştır.

1603 yılında 3. Mehmed’in ölümüyle Valide Safiye Sultan,geleneklere uyularak eski saraya gönderilince,inşaat yarıda kalmış ve 57 yıl kaderine terk edilmiştir.Bu süre içinde yapı tahribata uğramış,bir yangın sonucu da büyük hasar görmüştür.4.Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan,harabeye dönmüş camiyi görünce inşasının tamamlanması için emir vermiş ve hemen ardından cami üç yıl içinde bitirilerek 1663 yılında törenle ibadete açılmıştır.

TÜRK ÇİNİ SANATININ SON ÖRNEĞİ

Cami ile birlikte eminönündeki mısır çarşısı, sebil ve bir okul da yaptırılmıştır.Yeni Camiin en önemli özelliğini 17. Yüzyıl Türk mimarlığının en güzel örneklerinden biri olan hünkar kasrı ve kasrın içini süsleyen Türk çini sanatının son örneği çiniler oluşturur.Yeni Cami Osmanlı Sultanları tarafından yaptırılan selatin camilerinin son örneği olması nedeniyle de önemli bir yer taşımaktadır.

 

NURBANU SULTAN VALİDE-İ ATİK CAMİİ

Valide camii olarak bilinen caminin tam ismi ise müftülük kayıtlarına göre “Nurbanu Sultan Valide-i Atik Camii” olarak geçmektedir. Cami aslında tek başına yapılmış bir eser olmayıp, medrese, tekke, sıbyan mektebi, kervansaray, hamam, darülkurra ve darüşşifadan oluşan bir külliye içerisinde yer almaktadır.

EKMEK KIRINTISINDAN MUHTEŞEM BİR ŞAHESERE

3. Murad’ın annesi Nurbanu Sultan tarafından 1570’lerde Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.

Bir rivayete göre; Nurbanu Valide Sultan sofradaki ekmek kırıntalarını avucuna toplar ve onları yermiş. Bu durum, gelini Safiye Sultan tarafından yadırganır ve eşi Sultan III. Murat’a şikayet konusu olurmuş. Bir yemek davetinde annesinin bu hareketini gören III. Murat, annesine sert bir dille avucunu açmasını söylemiş. Nurbanu Sultan avucunu açtığında, o ekmek tanecikleri oğluna ve gelinine birer inci gibi görünmüş. Bundan şaşkınlığa uğrayan ve annesine karşı mahcup duruma düşen III. Murat bu eziklikle Mısır Seferi’ne çıkacağı sırada annesinden helallik istemiş, Nurbanu Sultan da hakkını helal etmesi için; kendi adına bir külliye yaptırmasını ve içersinde herşeyin bulunmasını söylemiş. Mısır Seferi’nden başarıyla dönen III. Murat annesine vermiş olduğu sözü yerine getirmek üzere eseri nereye yaptırmak istediğini sormuş. Annesi de başındaki yemeniyi çıkarıp rüzgara karşı bırakmış. Yemeni uçmuş ve şu anda caminin bulunduğu arazinin içerisinde bir ağaca takılı olarak bulunmuş. O devrin en gözde mimarı Mimar Sinan eserin yapılacağı yere davet edilmiş ve zemini uygun görüp, muhteşem eseri buraya yapmaya karar vermiş.

19. yüzyılda özellikle yoksul vatandaşların tedavilerinin yapıldığı bir hayır kurumuna dönüşen mekân, 1865’teİstanbul’da baş gösteren kolera salgını süresince hastane olarak kullanılmıştır. Bir süre askeri depoya da dönüştürülen yapı,1873 yılında ise akıl hastanesi olarak hizmet vermeye başlamış, bu durum 1927’de Mazhar Osman’ın buradaki hastaları Bakırköy’e nakletmeyi önermesine kadar sürmüştür. Sekiz yıl sonra bina bir kez daha kimlik değiştirerek, 1935’te Gümrük ve Tekel Bakanlığı tarafından tütün atölyesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.

1976’da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilen binanın darülhadis bölümü de cezaevi olarak kullanılmıştır. Geriye kalan aşhane, tabhane ve kervansaray bölümleri meslek lisesi olarak hizmet vermiş, 1978-1982 yılları arasında da bina imam hatip lisesi olarak faaliyet göstermiştir.

 

AZİZ MAHMUD HÜDAÎ EFENDİ CAMİİ

Üsküdar’da bulunan camiyi, Mihrimah Sultan ve Rüstem Paşa’nın kızı Ayşe Hanım Sultan Yaptırmıştır. Eser 1594 tarihinde Aziz Mahmud Hüdaî Efendi adına yapıldığından, bu isimle anılmaktadır.

Aziz Mahmud Hüdaî Efendi Camii, bir bakıma Hırka-i Şerif ’in Fatih’e kattığı manevi zenginliğin bir benzerini Üsküdar’a katmıştır. Cami, çevresindeki imaret, türbe, kütüphane, hünkâr mahfili, çeşme, derviş hücreleri, şeyh evi, fırın ve bir hamamdan oluşmaktadır. Yaklaşık 10.000 metrekarelik çok geniş bir alana yayılan bu külliyede, dergâhın çok büyük olan vakıflarının hesapları yapıldığı gibi, kıymetli mücevherat da saklanmaktaydı.

3. Murat ve 1.Ahmed’in saygısını kazanan Aziz Mahmut Hüdayi’nin Sevenleri için şu duası meşhurdur: “Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde boğulmasın ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin.”

 

YAHYA EFENDİ CAMİİ

Beşiktaş’ta, Çırağan Sarayı’nın arkasındaki yamaçta,Yıldız Korusu girişinin Ortaköy tarafındadır. Cami,tevhidhane ve tekkesinin, Yıldız sırtlarından sahile kadar uzandığı bu külliye, 1538’de inşa edilmeye başlanmıştır. Banisi, 16. Yüzyıl ileri gelenlerinden Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi olan Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi’dir.Mimarı bilinmeyen cami İstanbul’da benzerleri içinde konumu ve manzaraya hakimiyeti açısından ayrı bir yere sahiptir.

Boğazın manevi bekçileri

İstanbul’lu denizciler Boğaz’ın dört manevi bekçisi olduğuna inanırlar. Bunlar Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi, Beykoz’da Yuşa Aleyhisselam, Sarıyer’de Telli Baba ve Beşiktaş’ta Yahya Efendi’dir.

Hazirenin giriş kapısının sağ tarafında, 1901 yılında Hacı Mahmud Efendi’nin yaptırdığı kütüphane bulunmaktadır. Hacı Mahmud Efendi tarafından yaptırılan bu kütüphaneye, 4.492 yazma olmak üzere toplam 7.004 kitap vakfedilmiştir. Zamanla sayısı 7.529’a ulaşan bu eserler, şimdi Süleymaniye Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir.

Yahya Efendi’nin dergahına  bir fıçı şarap

Yahya Efendi’nin dergâhına denizciler sık gelir, giderler.Karadeniz’de amansız bir fırtınaya yakalanan Apostol adlı Rum, zor anlarında “Aman Ya Rabbi!” der, “Şu sıkıntıdan bir kurtulayım, Yahya Efendi’nin dergâhına en pahalısından bir fıçı şarap…”

O telâşede Müslümanların şarap içmedikleri hatırına gelmez. Yine aynı dalgınlıkla fıçıyı dergâha getirir. Müridler bu işe bayağı bozulurlar. Hatta içlerinden ters ters bakanlar olur. Apostol yaptığı gafın farkına vardığında, çok geçtir. Tam fıçıyı açmakla, kaçmak arasında tereddütler geçirdiği anda Yahya Efendi görünür. Aman efendim! Niye zahmet ettiniz der, Hadi açın da misafirlerimizin ağzı tatlansın! Garibim fıçıyı korka korka açar, ama içinden mis gibi nar şerbeti çıkar. Büyük veli onu mahçup etmez, hatasını kerametiyle örter. İşte bu tavır üzerine Rum gemici Ey yol güneşi Vallahi senin dinin haktır diyerek Müslüman olur.

Yahya Efendi Türbesinde Yahya Efendi’nin yanı sıra, hanımı Şerife ve annesi Afife Hatunlarla oğlu Ali ve diğer şeyhler gömülüdür.

Türbeyi kendisine büyük sevgisi ve saygısı olan Sultan 2.Selim Mimar Sinan’a yaptırmıştır.

Türbeyi Sultan 2.Mahmud, Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Sultan ve 2.Abdülhamid onartmışlardır. Eskiden sefere çıkan Osmanlı denizcilerini tekkesinin olduğu tepeden Beşiktaşlı Yahya Efendi uğurlarmış…

 

FATİH CAMİİ

Fatih Camii, İstanbul’un Fatih ilçesinde Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un en yüksek tepesine yaptırılmış  olan cami ve külliyeler topluluğundan oluşmaktadır. Külliyede 16 adet medrese, darüşşifa (hastane), tabhane (konukevi) imarethane (aşevi), kütüphane ve hamam bulunmaktadır. Şehrin yedi tepesinden birinde inşa edilmiştir. Cami 1766 depreminde yıkıldıktan sonra  onarılarak 1771’de bugünkü halini almıştır. 1999 Gölcük Depreminde zemininde kaymalar tespit edilen camide 2008 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından zemin güçlendirme ve restorasyon çalışmalarına başlanmıış ve 2012 yılında tekrar ibadete açılmıştır.

İlk Türkçe ezan Fatih Camii’nde okundu

Yapımına 1462 yılında başlanan ve 1470 yılında tamamlanan Fatih Camii’nin mimarı, kısaca atik Sinan olarak da bilinen Sinaüddin Yusuf bin Abdullah’tır.Cami 1509’daki büyük depremde de hasar görmüş ve 2. Bayezid döneminde onarılmıştır.Yapı 1766 yılında yaşanan bir depremden sonra harabe haline gelince Sultan 3. Mustafa 1767 ve 1771 yılları arasında camiyi Mimar Mehmet Tahir Ağaya tamir ettirmiştir.29 Ocak 1932’de ilk Türkçe ezan bu camide okunmuştur.

Evliya Çelebi’den Fatih Camii’nin ilginç öyküsü

Peygamber hadisine mashar olmuş Fatih, fetihten sonra İstanbul’un şanına uygun büyük bir cami yaptırmak için mimarbaşına emir verir.Cami  inşası bittikten sonra gördüğü cami hayallerindeki gibi olmadığından mimarbaşı Atik Sinanı yanına çağırıp azarlar.Padişahın neden Ayasofya’dan büyük bir cami yapmadın sorusuna ‘İstanbuldaki depremlere dayanmaz’ şeklinde karşılık veren mimarbaşının elleri kesilir.Bu olay üzerine Kadıya Fatih’i şikayet eden mimarbaşı haklı bulunur ve koskoca Sultan ömür boyu Atik Sinan ve ailesine bakma cezasına çarptırılır.

 

TEŞVİKİYE CAMİİ

Şişli’de, Teşvikiye semtindeki Rumeli Caddesi üzerindedir. Cami, Sultan Abdülmecid tarafından 1854’te yaptırılmıştır. Caminin ilk hali, 1794-1795 yıllarında III. Selim’in buraya inşa ettirdiği mescittir.

Padişahın gezileri sırasında namaz kılması için yapılan ahşap mescit, Nişantaşı’nın o zamanlar boş olan arazisindeki ilk binasıdır. Küçük ve bakımsız olduğundan zamanla ihtiyaca cevap veremez hale gelen mescide yapılan eklemelerle bugünkü Teşvikiye Camii’nin temelleri atılmıştır.

3. Selim ve 2. Mahmud’un atış talim alanı

Avlusunda bulunan iki menzil taşından, bir zamanlar atış talimlerinin bu civarda yapıldığı anlaşılan caminin varlığı ibadet ihtiyacını giderirken, günübirlik gezilerin de çoğalmasına vesile olmuştur. Sultan Abdülmecid’in Topkapı Sarayı’ndan Dolmabahçe Sarayı’na taşınmasından sonra hanedan üyeleri ve ileri gelen devlet görevlileri de bölgeye yerleşmeye başlamıştır.

Camiinin avlusunda iki tane nişan taşı vardır. Üzerlerindeki kitabelerde III. Selim’in tüfekle 1.260 gezden (bir gez bir ok boyudur) su testisi hedefini, diğerinde ise II. Mahmud’un testi hedefini vurduğu anlatılmaktadır.

 

ORTAKÖY CAMİİ

Ortaköy Camii Boğaziçi’nin Rumeli yakasında yükselen 19.yüzyıl camilerindendir. Cami, Abdülmecit tarafından Nigoğos Balyan’a 1853 yılında inşa ettirilmiştir. Büyük Mecidiye Camii olarak da bilinen yapı  Neo Barok mimarisinin en  güzel örneklerindendir.

Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.

Boğaz kıyısında narin bir yapı

Ortaköy Camisi, statik açıdan oldukça narin yapılardandır. 1862, 1866 ve 1909 onarımlarından sonra Ortaköy Deresi yatağı üzerindeki temellerinin yeterli stabiliteye sahip olmadıkları ve yapının göçmek üzere olduğu anlaşıldığından 1960’larda önemli bir onarımdan geçti. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yürüttüğü önemli bir restorasyon projesi olarak bilinen çalışmalarda 64 fore kazık, cami beden duvarları boyunca karşılıklı olarak kullanılarak ve 80 ton çimento şerbeti enjekte edilerek zemin takviye edildi. Duvar araları oyularak içinden demir putreller geçirildi ve askıya alınmış olan kubbe sökülerek yerine özgün kubbe formunu elde etmek üzere biri içeride diğeri dışarıda iki ince betonarme kabuk yapılarak kubbe yenilendi.

 

İlgili Haberler