OSMAN SINAV: TÜRKİYE’DE DERİN DEVLET GERÇEĞİ YOKMUŞ
Yapımcı-Yönetmen Osman Sınav, Hülya Okur’a konuştu. İşte röportajdan bazı çarpıcı başlıklar: “Benim Kızıl Elmam, Doların Türk Lirasına konvertibl olması…Kafamı masamdan kaldırdığım anda ‘Ya Ali’ diyorum…%50, ortak vicdana uzun yol alındığını gösterir…Benim kahramanlarım suç işlemezler…Silahlara karşı değilim…İslami bakış benim duruşum…Şu ana kadar yaptıklarım büyük hayalimin eskiziydi” 10.02.2014 08:37
“Uzağı ve yakını iyi gören iki göz aradım etrafımda…Dokunduğunu yıldız yapan bir sihirbaz değneği…Sonra tozlu raflardan indirdiği kitapların içindeki büyü tariflerini aradı gözüm… Oyuncu güvercinlerini beslediği aklının kat kat altındaki yem ambarına inmek istedim…Aşkın, acının, savaşın tam ortasında durduğu halde onu yıkmayan güce sarılmaktı niyetim…Bence siz de çok geçmeden uzatın elinizi ateşe…Çünkü o ateşte yanan kızıl bir elma!”
HÜLYA OKUR-HABERX
“BEŞ KARDEŞİN EN BÜYÜĞÜYÜM”
16 Kasım 1956, Burdur Yeşilova, Düden Köyü doğumlusunuz. Trakya Üni. Güzel Sanatlar dekanlığı yapmış, 28 Şubat’ta ordudan res’en emekliye ayrılmış Prof Dr. Ahmet Sınav dışında büyük aile tablosundaki yerinize değinsek…
Beş kardeşiz, ben en büyükleriyim. Benim küçüğüm Ankara Gazi Üniversitesinde Prof ve Enstitü Müdürü. Onun küçüğü Trakya Üniv. Güzel Sanatlar Dekanı olan kardeşim ama şu anda Antep’e yerleşti. Antep’te SANKO(Sağlık Üniv)’nun kurucu rektörü oldu. Onun küçüğü Hatice, Medeniyet Üniv.’de Nükleer Tıp doçenti, yakında Profesör olacak, en küçük Denizli’de Eczacı. Onun eşi de Prof, Isparta’da Sağlık Bilimleri Dekanı.
“35 SENE SONRA MEZUN OLDUM”
En az okuyanı sizmişsiniz galiba? İlkokulu bitirdikten sonra geçim sıkıntısından dolayı devlet parasız yatılı okulunda okudunuz. Fakat 1978’de kaydolduğunuz, Güzel Sanatlar Akademisinden ‘Uzun Hikaye’nin sayesinde 35 yıl sonra mezun olup, diplomanızı Prof. Sami Şekeroğlu’nun elinden aldınız. Okul hayatı neden işkenceye dönüştü sizin için?
İşkenceye dönüşmedi. O zaman hayat öyleydi. Ortaokulu liseyi parasız yatılı okudum. 1975’te Güzel Sanatlar Akademisine geldim. 2 yıla yakın resim bölümünde okudum. Yine oraya bağlı tekstil-dizayn bölümüne geçtim. 2 yıl kadar da orada okuduktan sonra sinema-televizyon enstitüsüne geçtim. Kurucusu olan Sami Şekeroğlu, hala başında. Şu anda Prof. Sami Şekeroğlu sinema-televizyon merkezi Mimar Sinan Üniv’nin güzel sanatlar bölümüne bağlı bir birim olarak çalışmalarına devam ediyor. Oraya geçtim ama bitiremedim, çalışmam gerekiyordu. Kısmet bugüneymiş, 35 sene sonra mezun oldum.
“EVİMİZ SİNEMA EVİ GİBİ”
Türkiye’nin ilk etnografya profesörü Kenan Özbel’in kızı, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunu 30 yıllık eşiniz Tangün Hanım. Yusuf Ömer, Mehmet Kenan, Ayşegül isimlerinde çocuklarınız var…Sevgili Yönetmenimiz, ailesini yönetmekte ne kadar başarılı?
Bunu onlara sormak lazım ama birbirimize kaliteli zaman ayıran ve birbirine düşkün bir aileyiz. Büyük oğlum benimle çalışıyor, Kızıl Elma’nın ikinci yönetmeni. Daha önce de Dolu Dizgin Yıllar dizisinde oynadı. Onun küçüğü sinema Chicago’da sinema okuyor, bu yıl bitiriyor okulunu, 7 yıldır Amerika’da. Onun küçüğü kızımız da, New Jersey’de okuyor, hepsi bir şekilde mesleğin içinde. Bizim evimiz sinema evi gibi. Sürekli güzel sanatların içinde olduğu bir atmosfer. Rahmetli kayınpederim, güzel sanatlardan emekli idi. Aslında ressam kökenli bir etnografya profesörüdür o da. Türk el sanatları ile ilgili çok çalışmış bir adamdır. Bir müze kuracak kadar eser toplamıştır, sonra müze de kurdu, daha sonra lav edildi, bağışladığı eserleri Topkapı’da.
“ÇOCUKLUĞUM VE GENÇLİĞİM ÇOK UZUN BİR FİLMİN PARÇASI GİBİ”
Fotoğraf sanatçısı Reza Hemmatirad “Osman Sınav Portreleri” sergisi düzenlemişti. Hayatınız, çevirdiğiniz filmlerden daha mı az film şeridine sahip?
Bilmiyorum ama belki daha çoktur. Bazen çocukluğumu ve gençliğimi düşününce, çok uzun bir filmmiş gibi geliyor hakikaten. Bazen de çok kısaymış gibi geliyor ama detayları düşündüğüm zaman çok uzun bir filmin parçaları gibi geliyor. Düden Köyü’nde yaşadıklarım, gerçi çok az yaşadım ama ailem Denizli’ye göçünceye kadar, sanki o yıllar Milattan önceymiş gibi düşünüyorum. Bir milat varmış ve ondan önceki hayatımdaymış gibi geliyor şimdi. Çok geçmişte kalmış, çok uzun bir filmin ilk parçaları gibi geliyor, sararmış fotoğraflar gibi geliyor.
“PİŞMAN OLACAĞIM BİR ŞEY YAŞAMADIM”
Özlüyor musunuz o yılları?
O yıllar güzeldi ama ben geçmişe özlem duyan bir insan değilim. Anı ve sonrası hedefleri özlüyorum, hedefe gitmeyi özleyen bir insanım. Onun için “Ah” demem hayatımda. Ama tabi hepsi güzel yıllardı. Yaşadığım her şeyi çok severek yaşadım, pişman olduğum bir şey yok geçmişimde.
“ŞU ANA KADAR YAPTIKLARIM, BÜYÜK HAYALİMİN ESKİZİYDİ”
“SATAMADIĞIM HAYALLERİM DE VAR”
Belki de çıkış noktanız hayallerinizdi…Hayali olmayan insanlar başka insanların hayalinin parçası olurlar, onların yaptıklarıyla oyalanırlar düşüncesindeydiniz. Hayallerinizi çok geçmeden hayata geçirdiniz. Süper Baba, Deliyürek, Ekmek Teknesi gibi dizilerin yapımcılığı, Kurtlar Vadisinin yaratılıcılığı ve hızla, emin adımlarla ulaşılan Hollywood projeleri…Hayal kurmayı bıraktınız mı? kurduğunuz hayalleri satamadığınız an gelir mi sizce?
Gelir tabi. Satamadığım veya kurduğum hayalleri yapamadığım çok şey var ama bir gün yapacağımı umuyorum. Şu ana kadar yaptıklarım, hayallerimin bir parçası ama aslında bunlar birer eskizleriydi. Henüz onları yapmadım.
“SANATIN AMACI İNSANDA VİCDAN YARATMAKTIR”
Büyük hayalinize geleceğiz…“Sinemanın amacı insanda vicdan aramaktır” şeklinde güzel bir sözünüz var. Vicdanlara dokunup geçiyor musunuz, vicdanlara yerleşiyor musunuz, iddianız nedir?
Bunu iddia edemem. Sanat insanlarda vicdan yaratmak için ya da vicdan uyandırmak için yapılan bir şeydir. İnsandan vicdanı alırsanız, aklıyla bütün canlıların en vahşisi olur. İnsanı vahşi bir yaratık olmakta tutan şey, vicdandır. Onun için sanatın amacı insanda vicdan yaratmaktır. “Çocukluğumda Süper Baba seyrederdim ya da çocukluğumda Deli Yürek ile büyüdüm” diyen bir nesil var, bunlar güzel şeyler. Onda uyandırdığı vicdanla veya ruhla, hangi mesleği yapıyorsa o şekilde, oradaki vicdani duruşla hayatına devam ediyor olması mutluluk verici şeyler. Sanıyorum insanlar o bir şekilde yerleşiyor ve kalıyor.
“YÖNETMENLİK, YARATILIŞ SIRRINI DEŞER”
İnsanlara vicdanı ulaştırmak için çeşitli merhalelerden geçtiniz…Asistanlık yapmadınız, reklamcılıktan gelip, metin yazarlığına geçtiniz. Sana’nın 30. yılı için yaptığınız reklam filmiyle yönetmenlik vasfını aldınız. Sizdeki hangi sır yönetmenlik için biçilmiş kaftan olduğunuzu gösteriyor?
İnsan için en büyük sır, yaratıcılıktır. İnsan, yaratılış, varoluş sırrını çözmeye çalışır. Yönetmenlik de, biraz buradan geçer. O sırrı deşmekle ilgili bir şey. O sırrın labirentleri arasında dolaşmakla ilgili bir şey. Tanrı ile insanın ilişkisi nasıl bir şey, biraz oralarda dolaşmakla ilgili bir şey sanıyorum.
“VAR OLUŞU SORGULAMANIN EN İYİ YOLU, TARİHTİR”
Bosna Savaşını işlediğiniz sırada, ülkeler arası ortak hikayeler yaratma gerekliliğine değinmiştiniz. Hatta Saraybosna’daki Osmanlı dönemi eseri Gazi Hüsrevbey Külliyesinin bu ortak hikayede çok önemli yer tuttuğuna işaret ederek, “Bugün gelip Gazi Hüsrevbey Camii’nde iki rekat namaz kılmamız lazım. Ya da bakmak lazım o resme.“demiştiniz. İslam’ı, çalışmalarınızda nereye koyuyorsunuz?
Ben ideolojik manada bir şey yapmıyorum. Sanatla ilgiliyiz ve sanat insan varoluşunu sorgulayan bir şeydir. O varoluşu sorgulamanın en önemli yolu, tarihe bakmaktır, tarih önemli bir perspektif. Tarihsel perspektifi kavrarsanız, geleceğe bakabilirsiniz. Tarihsel perspektifi kavrayamazsanız geleceğe de bakamazsınız, medeniyetin geleceğini kuramazsınız.
“İSLAMİ BAKIŞ AÇISI BENİM DURUŞUM”
İslami bakış açısı bunun neresinde?
İslami bakış açısı, benim duruşum. İslami bakış açısı insanın duruşunda olur. Yaptığı şeylerin, cümlelerinin arasına girer, alt metnini dolduran bir şeydir. Çalışmalarımda İslam’ın hep var olduğunu düşünüyorum.
“HERKES FİLM ÇEKEBİLİR AMA ÖNEMLİ OLAN HİKAYE ANLATMAKTIR”
Her ne kadar etik, estetik, teknik bütünlüğü aransa da, “Herkes film çekebilir” sloganıyla sizin de katıldığınız bir festival başlatıldı. Herkesin kolaylıkla yapabildiği bir işi, siz kendiniz için neden zorlaştırıyorsunuz?
Ben zorlaştırmıyorum ki, film çekmek kolay bir şey değil, bizatihi kendisi zor bir şey. O slogan insanları motive etmek, cesaretlendirmek için konulmuş. Benim koyduğum bir slogan değildi. İnsanlar ıphone ile çeker, bilgisayarında kurgulayabilir ama önemli olan hikaye anlatmaktır. Zor olan şey, insanın varlığını, duruşunu, belli bir hikayenin içinde harmanlayıp, o hikayenin kurgusunu oluşturabilmektir.
“REYTİNG KAYGISI OLMAK ZORUNDADIR”
O hikayeler sizde racon, derin devlet imgeleriyle başladı ama siz araya “Aşkı böyle yaşamak gerek” dedirtecek romantik filmler “Kapıları açmak” ya da dramalar da aldınız. Reyting kaygısı olmasa aslında seçeceğiniz tarz bu mu olurdu?
Tabi ki aşk ve drama hayatın en önemli öğesi. İçinde aşk ve dramanın olmadığı ne olabilir ki? Reyting kaygısı olmasa diye bir şey olmak zorundadır. Reyting kaygısı olmak zorundadır. Reyting kaygısının anlamı sadece bir önceki günün ölçülmüş veya hesaplanmış listelerine bakmak değil. Hayatın her alanında reyting var. Herkesin kendi reytingi vardır. Ne kadar başarılı veya değil o ölçülüp, taktir edilir veya edilmez. Bir fikri satmak veya bir malı üretip satmakta bir reytingdir.
“PARS KİRAZ OPERASYONU FİLMİNDE EMNİYETTEN YARDIM ALDIK”
Tuna Kiremitçi, Pars kiraz operasyonu filminde, narkotik başkomiseri Zafer Ercan’ın katkılarının büyük olduğunu yazmıştı. Bu tarz belgeli, istihbaratlı fimlerde lojistik destek alıyor musunuz? Size yardımcı olanların yargıya yardımcı olmak gibi bir gurur veya huzur yaşadıklarını söyleyebilir misiniz?
Sadece Pars Kiraz Operasyonu filminde öyle bir yardım aldım. İstanbul Emniyet Müdürlüğüne resmi yardım başvurusunda bulundum. O zamanki Narkotik Şube Müdürü Tufan bey ve onun elemanı olan Zafer beye yönlendirdiler. Narkotik uzmanlık isteyen bir konuydu ve çok bildiğim bir şey değildi, onlardan bilgi aldım. Narkotik polis nasıl çalışır, mücadele ettiği insanlar nasıl çalışır, onları yönetenler nedir vs üzerine bir yardım aldık ve bunu da zaten ilan ettik.
“Mit’in filmi” denilen filmler için de MİT’ten yardım aldığınız söylenebilir mi?
Henüz öyle bir adım atmadım.
“FALANCA ŞÖYLE İSTEDİ DİYE SENARYO DEĞİŞİKLİĞİ YAPMAYIZ”
Hatta Alaaddin Çakıcı’nın, Kurtlar Vadisi dizisindeki ‘Çakır karakterini öldürmemesi için’ size haber gönderdiği ancak siz Çakır karakterini vurdurup diziden çıkarınca… Çakıcı’nın kalemini kırıp ve sizi öldürmek üzere adamlarını gönderdiği iddia edilmişti. Bazen dizilerinizin devamını dışarıdan insanların belirlediği veya etkilediği oluyor mu?
Ben o konuda artık konuşmuyorum. İnsanların senaryoyu dışarıdan etkilemesine hiçbir zaman izin vermedim. Tabi ki reytingleri analiz ettiğimizde izleyicinin yönünü, nerelerde canlandığını, nerelerde reyting yaptığına bakıyoruz, bunu tahlil edip ona göre senaryomuzu yönlendiriyoruz, bu doğal bir şey, işimizin bir parçası ama falanca şöyle istedi diye bir senaryo değişikliği yapmayız. Bu sadece çalıştığımız kurum ile bizim aramızdaki bir şeydir. Dünyada en çok yayılan şey dedikodudur. Dedikodudan daha hızlı yayılan hiçbir şey yoktur. Dedikodunun içinde bilgi derseniz bile kirlenmiş bir bilgidir. O yüzden dedikodu en günah olan şeydir. Bilginin yayılma hızı ile dedikodunun yayılma hızı ne kadar ters orantılı değil mi? Bilgi zor yayılır. Bilgi gizlenir ama dedikodu çok hızlı yayılır. O dedikodular üzerinden bir şey üretemeyiz.
“SİLAHLARA KARŞI DEĞİLİM, SİLAHI SEVERİM”
“TETİĞİ ÇEKEN ŞEY, İNSANIN BEYNİDİR”
Belgesel çekmeyi ne kadar çok istediğinizi belirtirken “Kaplumbağaların belgeselini yapmak, silahların patlamasından daha heyecanlı olur” demiştiniz. Silahlara bu kadar karşı iken bu tarz aksiyonlara yönelmeniz neden?
Silahlara karşı değilim ben, silahları severim. Silah çelik bir eşya, olduğu yerde duruyor. Tetiği çeken şey, insanın beynidir. Mesele o beyni durdurmak, o beyne hitap etmek ya da o beyne silahı çektirmemek.
“PROJELERİME BİR ‘AYDIN’ OLARAK BAKIYORUM”
Aksiyonel filmler memleketi aydınlatma gayesinin bir parçası mı? Yani bir yapımcı gibi değil de aydın gibi mi bakıyorsunuz projelerinize?
Aydın gibi baktığımı düşünüyorum hatta ‘gibi’ si fazla, bir aydın olarak baktığımı düşünüyorum. Bu işin bir ekonomisi var. Herkes bu ekonominin içinde yüzlerce insan ekmek yiyor. Bu ekonomi belgesel çekerek dönmüyor, belgesel çekmeyi çok heyecanlı buluyorum o ayrı. Ölmüş bir kaplumbağanın sırtından yapılan tesbih müthiş bir heyecan veriyor. İçinde öyle bir renk cümbüşü vardır ki onun inanamazsınız. Yaptığımız işleri bir aydın sorumluluğu ile yapmalıyız. Çünkü yaptığımız işin bir tarafı sanatsa ve insanlara hitap ediyorsa, orada bir aydın sorumluluğu taşımak gerekir.
“SORUMLULUK HİSSETTİĞİM ŞEYLERİ YAPIYORUM”
Aydın tarafınız bazen başka türlü algılanıyor…Kızıl Elma, İngiltere’deki Aleviler tarafından değerleri yozlaştırmak ve ırkçı bir anlayışa sahip olmakla suçlandı, Sakarya Fırat, Kürt düşmanlığı yapmakla suçlandı…Sizin ecdadınıza, kimliğinize karşı özel bir hassasiyetiniz var mı? Bu eleştiriler neden kişiselleştiriliyor?
Bunu o insanlara sormak lazım. Benim kişisel sorunum yok. Sorumluluk hissettiğim şeyleri yapıyorum. Dikkate değer bir şey yapıyorsanız, tabi ki eleştirileceksiniz, eleştirilmeden olmaz. Eğer önemli bir şey söylüyorsanız, mutlaka birileri bunu eleştirecek. Seveniniz kadar sevmeyeniniz de olur. Herkes aynı düşünemez. Herkes aynı düşünce dünya çok zevksiz olurdu.
“TARİH ÇOK DEĞERLİ BİR ŞEY DEĞİLDİR”
II. Abdülhamit’in hayatını konu alan bir projeniz vardı, Göktürkler ve Şeyh Şamil’i dev prodüksiyonlarla beyazperdeye taşımak en büyük hayalinizdi. Tarihimizin bulup da çıkartmaya çalıştığınız yönü nedir?
Çünkü toplumların hayatında, yeni fikirler eğer tarihsel perspektiften gücünü almıyorsa yaşayamaz. Yeni fikirlerin, reformların yaşaması için mutlaka tarihsel perspektiften beslenmesi gerekiyor. Çünkü binlerce yıl yaşanmıştır, insanların tecrübelerinden geçmiştir. Onları yeni bir boyuta taşımışlardır. Yoksa tarih değerli bir şey değildir. Tarih geçmiş, gitmiştir. Geleceği kurmak ancak tarihi anlamakla mümkündür.
“FATİH SULTAN MEHMET, ATATÜRK’ÜN GERİSİNDE VEYA İLERİSİNDE DİYEMEYİZ”
Daha yakın tarihle de ilgilisiniz, projeleriniz arasında Atatürk de var. “Kurtuluş Savaşını öncelik alarak, dünyada askerlerine ‘Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum’ diyen ve kurşunlar yağarken kendisi de en önde giden bir başka lider yok.” dediğiniz Atatürk’ün kahramanlık boyutu; padişahlar veya imparatorlukların ne kadar gerisinde?
Gerisinde veya ilerisinde olduğunu kim söyledi ki? Herkes kendi dönemine göre davranmış. Fatih Sultan Mehmet, Atatürk’ten daha önde veya geride diye bir değerlendirmede bulunamayız ki! Herkesi kendi döneminde değerlendirmek gerekiyor.
“ATATÜRK FİLMİ ÇEKMEK İSTERİM”
Atatürk filmi hayallerinizin neresinde?
Bu konjonktürle ilgili bir şey. Bir Atatürk filmi çekmek isterim tabi.
“İNŞALLAH TERÖRLE İLGİLİ BİR ŞEY YAZMAYIZ”
2000 yapımı Deli Yürek, doğu ve güneydoğudaki terörü körükleyen dış güçlere dikkat çekiyordu. Başbakan’ın demokratik açılım toplantısına da katılmıştınız. Barış süreci, terörü yeniden yazmanıza neden olabilir mi?
Öyle bir zamanlama olur da inşallah Türkiye’nin gündeminden çıkar. Toplum olarak herkes buna gayret ediyor. Terör inşallah Türkiye’nin gündeminden çıkar ve biz yeniden terörle ilgili bir şey yapmayız. Hiçbir zaman yapmak isteyebileceğim bir şey değil.
“BARIŞ SÜRECİNE DAİR SORU İŞARETLERİM VAR”
Dizilerinize konu ettiğiniz o iç savaş yıllarından bu yana daha mı huzurlusunuz?
Hala bir soru işareti var tabi ki. Nereye kadar gidecek, nasıl bir huzur ortamı oluşacak, nasıl bir yere oturacak, henüz bunların konuşulması, tartışılması lazım. Maalesef Türkiye’de sağlıklı bir tartışma ortamı yapılamıyor. Geçen gün bir gazeteci arkadaşıma Ortadoğu’da yapılması gereken şey açısından dedim ki: “Ortadoğu’da Arapların ve Kürtlerin kanaat önderleri oturup, emperyal düşünce içinde bir araya gelip, ne yapabilirizi düşünmeleri, fikir üretmeleri ve insanları buna göre yönlendirmeleri lazım” dedim. O, bütün bu detayları atlamış ve “ Osman Sınav emperyalist düşünmeliyiz, dedi” diye yazmış. Emperyal ile emperyalist düşünme arasındaki farkı bir gazeteci arkadaşım anlayamıyorsa, bu ülkede bu işlerle nasıl başa çıkacağız bilmiyorum.
“TÜRKİYE, ORTADOĞU’DA GÜÇLENMEK ZORUNDADIR”
Peki bu son yaşananlara baktığınızda Ortadoğu içinde Türkiye’nin rolü zayıflıyor mu, kuvvetleniyor mu?
Kuvvetlenecektir. Kuvvetlenmemesi mümkün değil. Tabi buna göre politikalar üretmek gerekiyor. Buna uygun ticaret hacmini geliştirmek, ekonomiyi, kültürel ilişkileri geliştirmek ve buna uygun siyaset geliştirmek gerekiyor. Doğal olarak güçlenecek. Güçlenmek zorundadır. Ortak bir kaderi paylaşıyoruz. Ortak akıl bulundurulacaktır.
“BENİM KAHRAMANLARIM HİÇBİR ZAMAN SUÇ İŞLEMEZLER”
Kurtlar Vadisi, Sakarya Fırat, Pars Narkoterör ve Kızıl Elma’daki kahramanlarınız, milli duygularla çeşitli suçlar işleyen karakterler…Geçtiğimiz günlerde MİT’in başrolde olduğu Tır krizi yaşanmıştı. Bazı kesimler el kaideye giden silahlar olduğunu iddia etti. Devlet, yardım tırı olduğunu söyledi. Diyelim ki, MİT, gerçekten silah aktarıyor, bu gerçek hayatta kabul edilebilir bir şey mi sizce?
Bu konun detaylarını bilmiyorum. Devletin yetkili kurumları var; içişleri bakanlığı, MİT var, Başbakanlık, askeri, yargıcı var…Hiçbir zaman kendimi o kurumların yerine düşünmedim. Benim kahramanlarım hiçbir zaman suç işlemezler. Benim kahramanlarım sadece bir çatışma varsa ve onlara silah doğrulduysa nefsi müdafaa yaparlar.
“ALLAH’TAN BAŞKA HİÇBİRŞEY BANA ENGEL OLAMAZ”
TOROS Dağları’nda “Sakarya Fırat” çekimleri sırasında aniden bastıran tipi yüzünden sette mahsur kalmıştınız. İnandığınız yoldan dönmeniz hangi engelle söz konusu olabilir?
Hiçbir şey bana engel olamaz. Allah’tan başka hiçbir şey engel olamaz.
Bu kendinize olan inancınızdan mı kaynaklanıyor, dini inancınızla mı ilgili bir şey?
Bilemiyorum. Hayata karşı duruşumla ilgili bir şey. Her insanın bir duruşu vardır, benim duruşum da bu.
“EDEBİYATLA FİLM AYRI HAYVANLARDIR”
“ATİLLA DORSAY O SÖZLERİ HANGİ AHLAKLA SÖYLEYEBİLİYOR?”
Uzun Hikaye, Mustafa Kutlu’nun eserinden sinemaya uyarlandı. Fakat Atilla Dorsay, “Filme kaynaklık eden kitabı okumadım, kitabın yazarı Mustafa Kutlu’yu bilmiyorum” demişti. Eserlerin ağırlığı filmlerinizden daha mı fazla, o dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Edebiyat eserlerinden uyarlanan filmler uzun yıllardır tartışılan bir şeydir. Fakat buna en güzel cevabı İtalyan Yazar Aldo(Alberto) Moravia verir. Onun bütün romanları filme çekilmiştir. Ona soruyorlar: “Bir yönetmen sizin romanınızdan film yaptığında, değiştirdiğinde kızar mısınız, ne beklersiniz?” diyor ki: “Sadece iyi bir film beklerim” “Niye eserinizdeki bazı şeyler değiştirilirse, karakterinize olmayan şeyler yaptırılırsa?” diye sorduklarında diyor ki: “Edebiyatla film ayrı hayvanlardır. Adam benim eserimden bir film yapmaya kalkışmışsa bir duygu almış ve onun filmini yapacak, bu ayrı hayvan olduğu için onun kuralları farklı, estetik değerleri, ritmik değerleri farklı, tabi ki film estetiğine oturan başka şeyler yapacaktır, önemli olan işin özü ile duygusu ile bağdaşıyor mu, bağdaşmıyor mu, bu önemlidir” Atila Dorsay buna gerek bile duymamış. Bir yazar, edebiyat uyarlaması bir filmi değerlendirirken, “Kitabını okumaya gerek bile duymadım” sözünü hangi ahlakla söyleyebiliyor, bu çok garip bir şey değil mi. Çok önemli, duayen denilen bir yazar, “ Ben onun kitabını okumadım, okumaya gerek duymadım” diyor. Niye eleştiriyorsun o zaman? Çünkü eleştirinin de bir takım kriterleri; dramatik, estetik ve görsel değerleri vardır. İsteyen istediğini söyleyebilir. En sonunda yapıp bırakıyorum. Film ortada, artık benden çıkmıştır.
Filmin kitabını okuma gerekliliği önemli bir de milletçe kabul gören bazı değer yargıları veya olgular üzerine film yaparken neden özensiziz? Cengiz Semercioğlu’nun “kafası karışık bir ödül töreni” diye nitelendirdiği Antalya tv ödüllerinde, en iyi yönetmen ödülü Muhteşem Yüzyıl almıştı, “Sadece ilgi gösteriliyor ya da ‘ne güzel’ deniyor diye film yapmamak lazım” diyerek Muhteşem Yüzyılı eleştirmiştiniz. Düşmanlarının bile ‘muhteşem’ dediği Sultan Süleyman’ın bu kadar basite indirgenmesi sizi rahatsız etmişti. Peki toplum sizin en başta fark ettiğiniz bu ince ayrıntıyı görüp neden reytingle cezalandırma yoluna gitmiyor?
“ANTALYA TV ÖDÜLLERİNDE MUHTEŞEM YÜZYILA OY VERDİM”
Reyting ile cezalandırma yoluna gitmez çünkü beğendiği, hoşuna giden başka şeyler var demek ki dizide. O benim düşüncemdir. Ben tarihle bir saptama yapmaya çalıştım. Her şey tarih demek değil. Bu bir televizyon dizisi sonuçta. İnsanlar oradaki hikayeyi merakla takip ediyorlar demek ki. Televizyon dizisi yaparken de dedikoduya, düşmemek gerekiyor. Televizyon dizisi yaparken de dedikodu batağına çok kolay düşebiliriz. Drama türünde dedikodu üretmek çok kolaydır. Ne yönetmenin ne de yapımcının öyle bir iddiası yok zaten. Hiçbirisi: “Tarih böyledir ve biz doğrusunu yapıyoruz” demediler. Diziyi de gayet başarılı yapıyorlar. Ben de Antalya Tv ödülleri gecesinde Muhteşem Yüzyıla oy verdim. Güzel çekiyorlar. Dizi sektöründe yönetmenin işi, önüne gelmiş senaryoyu iyi çekmektir, ritmini ayarlamak, oyuncuların oyun dozunu ayarlamak, kurgusunu ayarlamaktır. Onu da Yağmur ve Taylan iyi yapıyorlar, gayet başarılı yönetmenler.
“İYİ BİR YÖNETMEN OLMADAN BAŞARILI FİLM OLMAZ”
Aşk Kırmızısı, Uzun Hikaye’yi geçemeyince, “filmin değil Kenan’ın gişesiymiş” yorumları yapıldı. Başarılı bir filmin arkasında sadece iyi bir yönetmen mi vardır?
Başarılı bir filmin arkasında mutlaka iyi bir yönetmen vardır. İyi bir yönetmen olmadan başarılı film olmaz. Ama bu tek başına bir şey değildir. Tabi ki oyuncu önemli, senaryo önemli, müzik önemli, görüntü yönetmeni önemli, mekanlar her şey önemli ama olmazsa olmazı iyi bir yönetmen. İyi bir yönetmen yoksa iyi bir film olmaz. Ama tek başına her şey demek değildir.
“ORTAK HİKAYELERE GİTMEMİZ LAZIM”
Deli Yürek iki kez altın kelebek ödülü almasının dışında, Yurt Dışına açılan ilk dizi oldu. Türk dizilerinin yurtdışına açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Televizyon sektörü adına iyi buluyorum. Şöyle bir sorun var, buradan başka bir yere gitmemiz lazım. Ortak yapımlar, ortak hikayelere gitmemiz lazım. Bu ülkelerle mutlaka ortak hikayeler paylaşmamız lazım. Ortak bir ekonomi oluşturmamız lazım. Sadece yaptıklarımızı satmak yetmez. Bir yerden sonra bu doygunluğa ulaşır, bu endüstriyi devam ettireceksek, onlarla bu alışverişi sürdüreceksek ve daha da büyüteceksek, ortak yapımlara yönelmeliyiz ama her şeyden önce ortak hikayeler paylaşmamız lazım. Bu konuda çalışma yapılmıyor, bu bir handikap, bu durum pazarın gelecekte tıkanması anlamına gelir.
“OYUNCU İLE YAPIMCININ VE YÖNETMENİN BİRBİRİNİ İYİ ANLAMASI LAZIM”
Oyuncularınızla yürüttüğünüz ortak çalışmalara gelirsek….Sakarya Fırat oyuncusu Ertan Saban(Teo)’a filmi kabul etme nedeninin rolü olup olmadığı sorulduğunda, “Hayır, Osman Sınav’ın projesi olmasıydı. Teo (Ertan Saban)kim ki? Ben Teo’yu sevmiyorum. Sevilecek bir tarafı yok zaten.” cevabı vermişti. Oyuncuların size olan güvenlerinin tam olması bir risk mi, rollerinin hakkını vermelerine yeter mi? Güven karşılıklı olunca her şey daha mı güzel?
Tabi ki her şey daha kolay oluyor o zaman. Güven çok önemli bir şeydir. Sağ olsun Ertan da bunu ifade etmeye çalışmış. Çok da sevdiğim, değer verdiğim bir oyuncudur. Makedonya’dan gelen bir arkadaşımız. Çok güzel şeyler yapacak, bizim yeni projemizde oynuyor zaten. Diyaloglar önemli. Birbirimizi daha iyi anlayabiliyoruz. Oyuncu ile yapımcının ve yönetmenin birbirini iyi anlaması lazım ki, nasıl bir şey anlatacaklar? Ortak bir şey anlatıyoruz çünkü. Düşündüğümüz veya aklımızdan geçen şeyi, oyuncularımızın yüzleri ile ifade ediyoruz. Ve onlar üzerinden hikaye anlatıyoruz. Aynı ya da yakın bakış açısıyla hareket ediyor olmak çok önemli.
“İYİ HİKAYE OYUNCUYU STARLAŞTIRIR”
Onların yüzü ile ifade ediyoruz dediniz de…Kenan İmirzalıoğlu’nun yarışmaya katıldığı dönemden beri yarışmaya katılanlarla görüştüğünüz iddia edildi. Bazılarını yüzünü ve ifadesini çok beğendiğiniz için seçiyorsunuz(Tuçe Kazaz), bazılarının hem masum hem çekici olması sizi cezp ediyor(Ekin Türkmen), bazılarına rastlaştığınız yerde teklifte bulunuyorsunuz, “Çalış üç gün sonra gel” diyorsunuz(İbrahim Çelikkol)…İşinizin en zor mu en keyifli yeri mi oyuncu seçimi? “Benim starım senaryodur. Hiçbir şey senaryonun önüne geçmez” demiştiniz, oyuncunuzu nasıl starlaştırırsınız ?
İyi bir senaryo gelirse, oyuncuyu starlaştırırsınız zaten. O hikaye, oyuncuyu starlaştırır. Onun için de starın senaryo olması lazım. Kötü bir senaryodan starlaşmış oyuncuyu hatırlamıyorum hiçbir yerde.
“HER YENİ YÜZ STAR OLMUYOR”
Kenan İmirzalıoğlu Uzun Hikaye’de “Bu işte senin gülüşün başrolde” dediğinizden bahsetmişti…Gürkan Uygun: “Bize güvendi, onun planlarıyla benim ifadem insanların hafızalarına kazındı.” dedi…Damla Sönmez: Osman Sınav benim için baba gibidir, ifadesini kullandı…Ebru Cündübeyoğlu: “Osman Sınav bir okuldur” dedi. “Acı Hayat” dizisinin Filiz’i Ebru Kocaağa, sizin ile tanıştıktan sonra hayatının değiştiğini söyledi…1999’da, “Ben kendine değil, oyuncularına çalışan bir yönetmenim” demiştiniz. Bu tutumdan pişman olabilme ihtimaliniz giderek azalıyor mu?
Hiçbir zaman azalmadı. Ben bunu da seviyorum. Benim işimin bir parçası. Heyecan duyduğum bir tarafı da, yeni yüzler keşfetmek. Ama bu demek değil ki, her yeni yüz de star olacak!. Olmuyor da zaten. Mutlaka eğitim almaları gerekiyor, bunu çok istemeleri ve çalışmaları gerekiyor, çalışmadan veya eğitim almadan hiç kimse oyuncu olamıyor.
“YAPTIKLARIMLA, KİŞİSEL TERCİHLERİM AYRI ŞEYLERDİR”
Kılıç Günü dizisinin ilk bölümünde Türk televizyonları için bir ilk yaşanmış ve eşcinsel yatak sahnesi ekrana gelmişti. Siz ardından ‘eşcinsellik sahnesiyle ilgili ahlaksızlıkları gösteriyoruz’ açıklaması yapmıştınız ama son röportajınızda geçen ‘eşcinselleri sevmem irite olurum’ sözü twitterı salladı.
Bu konuda hiçbir şey söylemeyeceğim. Çünkü ne söylesem yanlış anlaşılıyor. Bunu tartışmak anlamsız bir şey. İnsanların tercihleri vardır. Karşı olsam öyle bir dizi yapar mıydım? Benim yaptıklarımla, kişisel tercihlerim ayrı şeylerdir. Türkiye’de cümleler ayrılmıyor. İnsanlar neyi nasıl anlamak istiyorsa, onu anlıyorlar.
“BENİM DEVLETTEN DESTEK BEKLEDİĞİM ÇOK AZDIR”
“Hünkar ve Düş” filminiz Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Halkları ve Sinema Genel Müdürlüğü Arşivi raflarında bibliyografinizi sunar gibi yerini almış. Kültü ve Turizm Bakanlığını veya devleti arkanızda hissediyor musunuz?
Benim devletten destek beklediğim çok azdır. Devlet desteğine hiçbir zaman yaslanmadım. O o zaman belgesel bütçesi ile yapılmış bir işti. Üzerine kendi paramdan da koyarak yaptığım, çok sevdiğim bir filmdir. Kültür Bakanlığının içinde bir kurul var, projeler o kurulun taktiri ile kurulan fondan projelere destek sağlıyor. Bu benim değerlendirebileceğim bir şey değil.
“BENİM KIZIL ELMAM, DOLARIN TÜRK LİRASINA KONVERTİBL OLMASI”
“BENİM KIZIL ELMAM, FAİZ LOBİSİNİN ALTINDA EZİLMEYEN BİR TÜRKİYE”
Kızıl Elma’ya geçersek…Muhsin Yazıcıoğlu benimle yaptığı röportajda, “Benim kızıl elmam Türk-İslam Birliğidir” demişti. Sizin Kızıl Elmanız ne manaya geliyor?
İki gündür onu düşünüyorum, size şunu söyleyebilirim: “Benim Kızıl Elmam; Doların, Pound’un Türk lirasına konvertibl olması anlamına geliyor. Bugünün Kızıl Elması budur bence, hedef bu olmalı. Benim Kızıl Elmam, Faiz Lobisinin altında ezilmeyen bir Türkiye. Türkiye artık kendisine hedef koyan bir ülke. Kızıl Elmasını hatırlaması gerekiyor. Türkiye’nin yeni Kızıl Elmalarını tartışmaları gerekiyor. O yüzden Kızıl Elmayı yapıyorum. Türkiye, artık kendi kızıl elmalarını koyuyor, mesela Başbakan “2023 bölgesel güç Türkiye” diyor. “2071 Türkiye dünya devi” diyor. G8’e girmiş dünya devi Türkiye. Bunlar da Türkiye’nin yeni kızıl elmaları. Benim kızıl elmam da doların Türk lirasına konvertibl olması.
“ÜLKEMİZ İÇİN YAŞAMALIYIZ”
Dizide ağırlıklı tema, “Ülken için yaşa, aşkın için öl”
Ülken için ölmek hep kutsal bir şeydir ya. Şehitlik tabi ki kutsal bir mertebedir ama biz ters köşe bir anlam yaratmak istedik. Ülke için yaşayabilmek daha önemli bir şeydir, şehitlik daha değersiz demek değil bu. Ülkemiz için yaşamalıyız, öleceksen aşkın için öl, çok kişisel bir şey. Ülken için yaşa, ülken için faydalı bir şeyler yap, demek istiyoruz.
“KAFAMI MASAMDAN KALDIRDIĞIM ANDA: “YA ALİ!” DİYORUM”
“HZ. ALİ’Yİ SEVDİĞİM İÇİN KAHRAMANIMA ONUN ÜZERİNE YEMİN ETTİRDİM”
Zülfikar kılıcı üzerine yemin eden karakterler nedeniyle Alevileri kötü gösterdiğiniz iddia edildi. Ailevileri iddia edildiği gibi potansiyel bir suçlu olarak mı görüyorsunuz yoksa toplumsal örgünün bir parçası mı? Dizide öne çıkan alevi figürü neden?
Dizide alevi figürü yok ki. Masamın karşısına bir bakın bir tablo var, tablonun altında Zülfikar kılıcı var. Ben kafamı masamdan kaldırdığım anda: “Ya Ali!” diyorum. Bu kimsenin tekelinde bir şey değil. Türkiye’de çocuklara konan isimlerde en çok Muhammed o da saygıdan dolayı Mehmet haline getirilmiştir. Hepimizin telefon rehberinde en yoğun yer, Mehmet’tir. Sonra da Ali gelir. Bu bizim değerimiz. İlmin kapısı, Ali. Sevdiğim için kahramanıma onun üzerine yemin ettiriyorum. Zülfikar’ın üzerine yemin etmesi, bir kimseyi eleştirmek manasına mı gelir? Nasıl bir algıdır, zekadır bu. Müslüman her insan, Hz Ali veya Zülfikar üzerine yemin edebilir, etmelidir de bence. Çünkü ortak bir değerdir. Pir Sultan sizin, Yunus Emre bizim mi diyeceğiz? Öyle bir ayrımcılık mı yapacağız, asıl bunu yaparsak kötü bir şey yapmış oluruz.
“90 GÜN ÖMRÜM OLSA DAHA ÇOK ÇALIŞIRDIM”
Kılıç Günü’nde 90 gün ömrü kalan bir adamın hikayesi vardı…Sizin 90 gün ömrünüz olsa ne yapardınız?
Aynen çalışmaya devam ederdim. Gücüm varsa daha çok çalışırdım. Çocuklarıma daha çok zaman ayırırdım.
Kıvanç Tatlıtuğ’un rol alacağı ‘Yalnız Kurt’ adlı film, bir diğer projeniz ‘Suret-i Aşk’ yüzünden ertelenmişti. Şimdi Kıvanç Tatlıtuğ, “Kurt Seyit” ile karşımızda. Bazen başkalarına ilham olan projeler de, en az kendi projeleriniz kadar size haz veriyor mu?
Kıvanç Tatlıtuğ’un, o yıllarda sadece o proje için ismi geçti. Şimdiki filmle hiçbir bağlantısı yok. Biz olabilecek bazı oyunculara teklif götürürüz, o zaman kısmet olmadı yapamadık. Yalnız Kurt ile bugünkü projenin hiçbir alakası yok.
“PARALEL DEVLET FİLMLERİMDE BİR YERE OTURMUYOR”
Bugünlerde paralel devlet olgusu tartışılıyor. Geçmişte Ergenekon, şimdi cemaat o olgu ile örtüştürülüyor. Sizin filmlerinizde paralel devlet nereye oturuyor?
Benim filmlerimde hiçbir yere oturmuyor. Henüz analiz etmeye çalışıyorum ve takip ediyorum. O analiz bir gün bir yere varırsa, mutlaka bir yere oturacaktır. Bugünden bunu görmem mümkün değil. Çok sıcak bir konu ve arkasını görmeye, takip etmeye çalışıyorum sadece…
“TÜRKİYE’DE DERİN DEVLET GERÇEĞİ YOKMUŞ”
“DERİN DEVLET ÇOK DERİN DEĞİLMİŞ Kİ, DEŞİFRE EDİLDİ”
Türkiye’nin önünde hep bir derin devlet gerçeği oldu…siz de filmlerinizde bunu işlediniz?
Türkiye’de maalesef derin devlet gerçeği yokmuş. Derin devlet bu kadar kolay çözülen bir şey değildir. Amerikan, İngiliz derin devletini düşünebilir misiniz. İngiliz derin devleti nereye kadar gider, ne zaman başlar tarihini çözebiliyor musunuz? Olsaydı bu kadar kolay deşifre edilmezdi. Çok derin değilmiş demek ki, çok rahat deşifre edildi, edildiyse.
Derin devlet derinlerde, paralel devlet yüzeyde diye düşünürsek, o olsaydı çok daha kolay mı fark edilirdi?
Varsa fark edilebilir…Bakılıyor, biz de izliyoruz.
“ENDİŞELİ OLDUĞUM İÇİN BU İŞLERİ YAPIYORUM”
Bir vatandaş olarak endişeli misiniz? Güvende misiniz?
Endişe duyduğum için bu işleri yapıyorum. Endişe duyduğum zamanlarda bu işleri yapıyorum. Endişe etmesem, çiçek, böcek çekerim. Ya da farklı hikayeler yaparım.
“ORTAK VİCDANA ULAŞMAK GEREKİYOR”
Endişelerinizi suhulete götürecek şey nedir, demokrasi mi?
Gerçekten demokrasiyi yaşamaktır. Ortak akıl kullanmaktır. Analitik bir zeka ile olaylara yaklaşmak ve ortak akıl yaratmaya çalışmaktır. Çatışmaktan ziyade ortak akıl yaratmaya çalışmaktır. Kendi kültürel değerlerimize, tarihimize, geçmişimize, inancımıza ortak bir vicdan yaratmamızla mümkündür. Ortak bir vicdana ulaşmak gerekiyor.
“%50, ORTAK VİCDANA ÇOK UZUN BİR YOL ALDIĞINI GÖSTERİR”
Sandıkta %50’yi bulan bir parti ortak vicdanı sağlamış denilebilir mi?
%50’ye ulaşmışsa, ortak vicdana ulaşmış demektir. Bu çok ciddi bir rakam, çok ciddi bir ölçüdür. Ortak vicdana çok uzun bir yol almış demektir. Benim bilebileceğim bir şey değil yani. Demokrasiye inanıyorsak, bir parti %50 oy alıyorsa ve iktidara oturuyorsa, ortak bir kanaati elde etmiş ve milleti buna inandırmış ki, bu sonucu alabiliyor demektir. Ortak akla en yakın yerde duruyor demektir.
“SEÇİMLERİN ÖLÇÜSÜ SANDIKTIR”
Önümüzdeki seçimlerin belirleyicisi de ortak vicdan herhalde?
İnşallah hayırlı olur. Onun ölçüsü yine sandıktır. Bir şeye inanıyorsak, ona inanmaya devam etmemiz lazım. Demokrasiye inanıyorsak, onun içinde kalmamız ve ona inanmaya devam etmemiz lazım. Onun yolu sandık.
İlgili Haberler
Başkan Yüksel, Kartal’da o bölgeyi akıllı bir kent yapmayı planlıyoruz
Kerkük’ün Türk kimliği değiştiriliyor!
Kartal Belediyesi kreşlerinde “Yes To Science” bilimsel eğitim projesi uygulanıyor
AYGAD Basının Problemlerini Gündeme Getirdi
Kayıt Dışı Korsan Çalışan Elektrikçilere Dikkat Edin
Ulusal Taşıt Tanıma Sistemi (UTTS) Montaj Başvuruları Erişime Açıldı!