SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ

MOBİL UYGULAMALARIMIZ

Kartal Gazetesi

Paylaş
veya
aşağıdaki bağlantıyı paylaşın:
Anasayfa Genel Flaş

Bir Devrin Şaheserleri CAMİLERİMİZ

Yayınlanma:
ABONE OL

Tarihi-kültürel dokusu, coğrafi konumu ve çağlar üstü kimliğiyle her devrin ve her erkin gözdesi olan İstanbul, Fatih’in fethiyle İslam’ın en önemli merkezlerinden biri haline gelmiş ve silueti onun motifleriyle mana kazanmıştır. Bu siluetin en önemli beş yapısını ‘Bilinmeyen Yönleriyle’ başlığı altında çalışan Yavuz Afşar, Fatih, Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet Camilerini ve Ayasofya’yı, inşa sürecinden hat ve kitabelerine kadar detaylı bir şekilde ele alarak okura keyifli bir geçmiş zaman silsilesi sunuyor.

 

 

Fransız seyyah Elisee Reclus şöyle tasvir eder İstanbul’u ve onun heybetli camilerini: “İstanbul’un büyük caddelerinden birinden geçiyoruz. Yol, bizi camilere, köşklere, minarelere, kubbeli çeşmelere, altın ve arabesk yazılarla süslü türbelere götürüyor. Her taraf, mimari şaheserleri, su şırıltıları, ahenkli bir musiki gibi hisleri kucaklayan ve ruha neşe veren serinlikteki gölgelerle dolu. Sonra, selatin camilerine varılıyor. Bunların her biri, caminin muhteşem kubbesi yanında mektep, medrese, hastane, kütüphane, dükkân ve hamamlardan müteşekkil küçük bir şehir teşkil etmektedir. Burada artık güzellik duygusundan çok daha derin ve çok daha kudretli bir şey hissetmeye başlıyoruz. Bizde başka bir düşünce ve duygu dünyasının mermerden örülmüş muhteşem bir ifadesi gibi görünen, bize yabancı ve karşı bir milletin, düşman olduğumuz bir imanın iskeletini temsil eden ve zarif sütunlarının azametli diliyle, bizimkinden apayrı bir Allah’ın önünde ecdadımızın titrediği bir halkın zaferini ilan eden bu abideler, bu eserler, insana korku ve kuşku ile karışık bir hürmet telkin ediyor.”

 

 

Camiler bizim medeniyet kanaviçemizin olmazsa olmaz unsurlarından biridir. Reclus’un, ‘burada artık güzellik duygusundan çok daha derin ve çok daha kudretli bir şey hissetmeye başlıyoruz’ diyerek farklılığını vurguladığı selatin camileri, Osmanlı Sultanları tarafından yaptırılan mabetlerdir. Bunların içerisinde en çok bilinenleri Fatih, Sultanahmet, Süleymaniye, Selimiye Camileri ve ayrı bir hikâyesi olan Ayasofya, Kaynak Yayınları tarafından ve araştırmacı yazar Yavuz Afşar’ın kalemiyle beş kitaplık bir set haline getirildi. Söz konusu camilerin yapım aşamaları, hatları, kitabeleri, bölümleri, hazireleri, türbeleri hakkında bilgi veren eserlerin sonunda kaynakça niteliğinde kitabiyat ve bir de mini sözlük kısımları var.

camilerimiz-2

Ayasofya; İlahi Hikmetin Evi

Fâtih ve fetih ordusu ilk cuma namazlarını Ayasofya’da kılmışlardı. Daha sonra câmi olma yolunda başlayan değişim sürecinde minareleri, sağındaki solundaki ilâveleri ve her yeni hükümdarın, devrinin sanat anlayışı içinde ona değişik bir boya çalmasıyla yüce mabet, şekillene şekillene bugünkü halini kazanmıştır. Doğduğu şehirle özdeşleşerek onu da kendisi gibi “dünyanın merkezi” kılan Ayasofya, Bizans’ın Konstantinopolis’inin İstanbul’a dönüştüğü Osmanlı İmparatorluğu döneminde de bu vasfını muhafaza etmiştir. Hem Bizans hem de Osmanlı kaynaklarında tekrarlanamaz ve aşılamaz kabul edilen bu biricik armağan, bugünün İstanbul’unda da bütün ihtişamıyla ayakta durmakta ve eşiğinden adım atan herkese alışılmadık hikâyesini anlatmayı sürdürmektedir.

 

 

Ayasofya’ya Meydan Okuyan Camii

Osmanlı padişahlarının cihanşumül imparatorluk idealinin timsali ve Ayasofya’ya meydan okuyup, onu aşma arzusunun ilk tezahürü olan Fatih Camii, Fatih Sultan Mehmet’in sâdık bendesi Tursun Bey’in, Tarih-i Ebu’l Feth’inde şu sözlerle nitelenir: “…Ve orada, Ayasofya’nın planını örnek alan, ama Ayasofya’nın bütün usta işi hususiyetlerini bir araya getirmekle kalmayıp o vakte dek bilinmeyen imkânları da seferber ederek yepyeni bir üslup ve güzellikler arz eden; adeta Hz. Musa’nın mucizevî eli gibi parıldayan ulu bir cami…”

 

 

Sükûnetin Mimarisi

Selimiye’deki mekân büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık etkisi itibarıyla yeryüzündeki bütün yapılardan üstündür. Bu aynı zamanda Selimiye Camii’ni meydana getiren her bir unsurun “bütün içinde bir olarak” manaya kavuştuğunu işaret eden bir husustur. Selimiye’de mekân her yönden son sınırlarına kadar açılıp benzersiz bir sükûnla dengelenmiştir. Öyle ki dört sütuna gerilmiş gök kubbe misali köşelerdeki dört minareyle noktalanmış vasi kubbe, ziyaretçiyi, bir daha bırakmamacasına derhal bu engin anaforun merkezine sürükleyiverir.

 

 

Sahife-i Rüzgârda Silinmez Bir Nam

Son derece dindar bir padişah olduğu ittifakla bütün kaynaklarda belirtilen Sultan I. Ahmet, o zamana dek yapılmış camilerin en ulusunu inşa ettirerek “sahife-i rüzgârda silinmez bir nam bırakma” cehdiyle, Fatih Sultan Mehmet’ten beri gölgesi selâtin camileri üzerinden hiç eksilmeyen Ayasofya’ya mukabil, 17. yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekleştirilmiş en büyük ve yegâne mimari atılım olan Sultan Ahmet külliyesi için, Ayasofya’nın yanı başındaki alanı seçer ve camiyi oraya yaptırır.

 

 

Sürekliliğin Sembolü Süleymaniye

Diyâr-ı Rûm’un sultanı ve İslâm’ın sancaktarı Fatih’in ardından Kanunî Sultan Süleyman da “aşkın ideal”in simgesi kabul edilen Ayasofya ile boy ölçüşecek bir imparatorluk camiinin inşasına girişir. Ne var ki bu çaba, Ayasofya banii Lustinianos’a öykünmekten ziyade, bir sürekliliğin altını çizen; İ’lay-ı Kelimetullah ülküsünü belirginleştirecek bir “eser” inşa etme girişimidir. Böylelikle bir “imtidad ve istikrar”ın ifadesi olarak Süleymaniye, imparatorluk başkentinin semâsında saygı duruşu ile meydan okumanın ortak bir tecessümüdür

İlgili Haberler