ALLAH’TAN ŞÜPHEMİZ Mİ VAR?

Yayın: 11:41 - 01.02.2010
Güncelleme: 11:41 - 01.02.2010

Tamamen maddiyatçı, tamamen bencil ve tamamen hırslarına mağlup insanlar, gücü ve parayı da bulunca yepyeni bir yaşam şekli getirdiler dünyaya.

Görüyoruz ki; kendisine Allah tarafından verilen makam, para, güç gibi her türlü maddi nimeti hastalık derecesinde sahiplenen ve bunun kibrine kapılan kişiler elindeki, avucundaki bütün imkânları israfa varan bir şekilde kullanıyor ve bunu hak edilen bir üstünlük olarak değerlendirip her şey serbest bir yaşam şekli sürdürüyor.

Dünyaya, mala, mülke, makama ve şöhrete bu kadar bağlanmanın doğru olmadığını hepimiz biliriz, biliriz de bizi hapseden, özgürlüklerimizi kısıtlayan ve bizi bize fark ettirmeden uyuşturan bu yoldan da dönemeyiz.

Nefsini kendine rehber edinen insan, elindeki her şeyin en iyisini, en pahalısını, en gösterişlisini kendine kullanmaya hakkı olduğu kanaatiyle kendisini etrafına ve istişareye kapatır ve imkânlarını başkalarıyla paylaşmamak adına makamının ve parasının kavgasını vermeye başlar. Hem de ne kavga hem de acımasızca ve de insafsızca.

İnsanlar dünyaya bu kadar onulmaz ve hırslı bir şekilde bağlanınca kendisi kabul etmese bile Allah’tan daha çok parasızlıktan ve makam sahiplerinden korkar hale gelir.

Elindekileri kaybetme korkusu insanları dindarlık kisvesi altında partici, kula kul olabilen, diğer insanları ikinci sınıf görebilen ve makam, koltuk uğruna yalan söyleyebilen, riyakâr, dalkavuk ve insanlara zulmedebilen bir yapıya büründürür.

Aslına bakarsanız bütün bunlar bizler de acaba Allah’tan şüphemiz mi var? Korkusunu oluşturmalıdır. Çünkü bir insan midesini tıka basa doldururken, yedi yıldızlı otellerde tatil yaparken, rüşvet alırken veya verirken, siyasi bir makama ulaşabilmek veya orada kalabilmek için yalan söylerken, hanımının görünüşünü değiştirirken, partizanlık yaparken, liderine kul köle olurken Allah korkusu, sevgisi ve imanı kalbindeyse bütün bunları yapabilir mi?

Kimseleri suçlamadan, zan altında bırakmadan kendimizi de görerek, eleştirerek değerlendirmelerimize devam edelim.

Cemaatlere, tarikatlara, siyasi partilere, vakıflara, derneklere ve benzerlerinden birine bağlı olan ve hatalara, yanlışlara ve kasti aymazlıklara karşı gözlerini kör, kulaklarını sağır ederek menfaatlerimizin fanatiği olan hepimiz. Allah’ın emrettiği yaşam şekli bu mudur?

Allah; insanlara hizmette dini bile ön plana almazken bizler ne hakla partisine veya benzer ideolojilerine göre insanları ayırabilir ve bunu da vatan, millet ve din adına yapabiliriz. Kalbimizin bir yerinde şüphe olmasa bunları yapabilir miyiz?

Bizler o hale geldik ki her iki tarafı da idare etmek istiyoruz. Yani dünyadan her ne şart altında olursa olsun helal, haram, hak, hukuk demeden sonuna kadar faydalanalım istiyoruz ama bu arada varsa eğer cenneti de kaçırmak istemiyoruz.

Böyle olunca da ipin ucunu kaçıyor; paylaşamıyoruz, gaflete düşüyoruz, fakir fukaraya en alt seviye olan kırkta biri bile zor verirken, fakirlerle bir arada kurban kesip dağıtma noktasında atalete düşerken dünyevi beklentilerimiz adına makam sahiplerine onlarca kurbanı paçalarımız kana bulanıncaya kadar onların ayakları altında kesiyoruz. Bir bayram namazında on dakika fazla kalamazken havaalanlarında saatlerce bizi hiç tanımayan, adam yerine bile koymayan birilerinin yolunu hiç sıkılmadan bekleyebiliyoruz.

Öyle bir an geliyor ki Allah’ın verdiklerini biz elde etmiş, biz başarmış ve biz kazanmış gibi hissettirmeye başlıyor nefsimiz. Oturduğumuz koltuktan bize sırf makamımız sebebiyle dalkavukluk yapanları kendi gücümüzle hizaya getirdik kibriyle oturduğumuz koltuklara sığamıyoruz ve kendi değerimizi sıfırlıyoruz.

Hiç şüphemiz yok ki Allah, kullarına verdiği nimet ve rızıklardan ölçülü ve helal bir şekilde yararlanmalarını ister. Fakat aynı nimetlerin kullarını kibre, fesada, şımarıklığa götürmesini, kullarının dünya makamı ve malı için hırslanıp insanlara zulüm ve işkence yapmasını istemez.

Allah aslında birer imtihan aracı olarak verdiği bu nimetleri, imkânları, makam ve mevkileri; şahsi menfaatleri için kolayca kullanan, kendilerine emanet edilen devletin imkânlarını, parasını kendi lüksleri için israf eden ve bunları yoksul halkın gözleri önünde olanca gurur ve kibirleriyle yapan kullarını nasıl değerlendirir acaba.

Zaten samimi her Müslüman; Peygamberin ve sahabenin hayatına bakınca Allah’ın kullarına verdiği ve üzerlerinde bolca görmek istediği asli nimetlerin akıl, ilim, iman, tevazu, insan sevgisi ve insana saygı olduğunu görür. Bunların yanında da makam, mevki, para kısaca her şey bomboş ve anlamsız kalır.

Ve istisnasız her insan bu nimetlerin sona erdiği gün pişman olur ama geri dönüş olmadığı için son pişmanlık kimseye fayda vermez.

AHMET BERHAN YILMAZ

Ahmet Berhan Yılmaz
Exit mobile version