Üniversitedeki Sefalet, YÖK ve MEB’in Aymazlığı Böyle Gitmez

Yayın: 08:08 - 09.12.2013
Güncelleme: 08:08 - 09.12.2013

 

 

Yoksulluk Sınırının 3700 TL’ye dayandığı günümüzde ortalama memur maaşı 2004 TL’dir. Profesörlerin dışındaki bütün akademisyenlerin tamamı yoksulluk sınırının çok altında bir maaşa mahkûm edilmiş bulunmaktadır. Eşit işe eşit ücret adıyla kamudaki bütün dengeleri bozan Hükümet, iki yıldan beri akademisyenlerin maaşını eşitleyecek eş değer bir kadro bulamadı. Her el attığı işi batıran, kamuoyundaki bütün itibarını bitirerek sıfırı tüketen ve dibe vuran Hükümet; bu ayıplı durumu düzeltecek bir çare bulamadı. Milletvekili danışmanları ve uzmanlar profesörlerden daha üstün konuma getirildi. Yeni göreve başlayan mühendisler, doçentlerden daha fazla maaş almaları sağlandı. Bravo Hükümet!

 

 

Nasıl olsa büyük memur kitlesinin geçim derdi bir çırpıda halledildi ya; artık tafrasından geçilmeyen çok başarılı hükümetimizin gözleri Üniversite’yi göremez.

 

 

Hâlbuki Üniversite için-için kaynıyor; Üniversite için-için yanıyor; Üniversite bitiyor!

 

 

Üniversite’yi bu hâle düşüren ise, başarılarını öve-öve bitiremeyen Hükümet’ten başkası değil!

 

 

Bilindiği gibi, Üniversite personelinin içinde bulunduğu ücret sorununu gidermek amacıyla, 57. Hükümet döneminde 2002 yılının Nisan ayında sadece Profesörler ile birinci derecedeki Doçentler ile sınırlandırılmış bulunan kısmî bir zam yapılmıştı. Üniversite tarihinde ilk defa görülen bu haksız, ayrımcı ücret politikasına karşı şikâyetler artınca diğer akademik personelin maaşlarında da aynı oranda bir zam yapılacağı vaadinde bulunulmuş, Devlet sözü verilmişti. Ancak on üç yıldan beri bu haksızlık düzeltilmedi.

 

 

On üç yıl sonra Profesörler dâhil bütün akademik personelin maaşları tam bir sefalete dönüşmüş durumdadır. Nitekim bugün ¼’deki en kıdemli profesör 4729 lira, ¼’deki en kıdemli doçent 3376 lira, ¼’deki en kıdemli yardımcı doçent 2706 lira, ¼’deki en kıdemli öğretim görevlisi ve okutman 2395 lira ve 4/9’daki en kıdemli araştırma görevlisi de 2331 lira maaş almaktadır. Üniversitelerdeki idari personelden 3/1’indeki şef 2111 lira, 8/1’indeki memur 1794 lira, 3/2’sindeki bilgisayar işletmeni 2063 lira, 5/4’deki şoför 1880 lira, 11/1’deki teknisyen 2269 lira, 10 yıllık uzman 2170 lira maaşla sürüm sürüm süründürülmektedir.

 

 

Akademisyenler bu maaşlarıyla bir yandan geçimlerini sağlamağa çalışırken, diğer yandan da bu para ile bilimsel çalışma yapmak zorundadırlar.

 

 

Gerek Araştırma Görevlileri, gerek Öğretim Görevlileri ve gerekse de Yardımcı Doçentler, Üniversite’de en ağır şartlar altında çalışan öğretim elemanları durumundadırlar. Araştırma Görevlileri ve Yardımcı Doçentler, kariyerlerini tamamlayabilmek için yabancı dil kurslarına devam etmek mecburiyetindedirler; ancak paraları yetmediği için bu kurslara gidememektedirler. Bunun sonucunda binlerce Yardımcı Doçent, Doçentlik dil barajını aşamamakta; hayatının baharındaki genç Araştırma Görevlileri, ilmi araştırma yapmak ve kendilerini yetiştirme noktasında zorlanmaktadırlar.

 

 

Sözün kısası, Üniversite’de durum tam anlamıyla bir krize dönüşmüş durumdadır.

 

 

Öte yandan, üniversitelerde okuyan öğrencilerin bildiri dağıtması, afiş asması suç haline getirilerek pedagojik formasyon almaları engellenmek istenmektedir. Bunun kısaca anlamı şudur: Bildiri dağıtan, afiş asan öğrenciler bundan böyle öğretmen, akademisyen ve devlet memuru olamayacak. İnsan haklarına aykırı bu anti demokratik tutum, Darbe Dönemleri ve 28 Şubat Sürecini de geride bıraktı. Fişlemelerin devam etmesi de işin cabası …                                                  

 

 

Yine 1416 sayılı Kanuna dayalı olarak, Yükseköğretim Kurumlarının öğretim elemanı ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarının yetişmiş insan kaynağı ihtiyacını karşılamak amacıyla Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yurt dışına lisansüstü öğrenim görmek üzere gönderilecek elemanların tespiti için sözlü sınavın konulması büyük bir skandaldır. 2013-YLSY Kılavuzu’nda yer alan bilgiye göre; yurt dışına lisansüstü öğrenim görmek için gönderilecek adaylar “ALES puanının %40’ı, sözlü sınav puanının %40’ı ile mezuniyet notunun %20’si dikkate alınarak” belirlenecektir. Ancak, 1416 sayılı Kanun’un muhtevasında lisansüstü öğrenim görmek üzere yurt dışına gönderilecek adayların seçiminde sözlü sınav uygulamasına yer verilmediği gibi, Kanun’un 8. maddesinde yazılı sınav usulünün esas olduğu açıktır. Kanuna rağmen kendini kanun koyucu yerine koyan MEB, okul müdürü ve şube müdürlüğü atamalarında, hak edenlerin hakkını sözlü sınavıyla gasp ederek hak etmeyen yandaşlara verme işlemini burada da sürdürmek istemektedir. Konu sendikamız (Türk Eğitim-Sen) tarafından yargıya taşınmıştır.

 

 

On iki yıldan beriakademik personel ve özlük hakları gasp edilen idari personel kan ağlıyor!

 

 

Bu ülkede vicdanı olan herkes bilsin ki, bu sefalet ve bu rezalet böyle gitmez!

 

 

Ey on iki yıllık ömrü palavralarla, aldatmacalarla ve hak gasplarıyla geçen İktidar! Bil ki bu sefalet ve bu rezalet böyle gitmez!

 

 

Ey Millî Eğitim Bakanlığını hak gasp etme bakanlığına dönüştüren zihniyet, bu zulüm böyle gitmez!

 

 

Ve Ey YÖK! Ey, Yüksek Öğrenim’in en üst düzeydeki örgütlenmiş kurumu! Başını kaldır da Üniversite’yi gör! Gör ve bil ki, bu sefalet ve bu rezalet böyle gitmez!

 

 

Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan

 

Türkiye Kamu Sen ve Türk Eğitim Sen

 

İstanbul İl Başkanı

 

 

M. Hanifi Bostan
Exit mobile version