SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ

MOBİL UYGULAMALARIMIZ

Paylaş
veya
aşağıdaki bağlantıyı paylaşın:

Akademik ve İdari Personel Ekonomik Sefaletten Kurtarılmalıdır

Yayınlanma:
ABONE OL
Akademik ve İdari Personel Ekonomik Sefaletten Kurtarılmalıdır

Üniversiteler, yetiştirdiği ve barındırdığı beyinlerle, sahip olduğu dinamizm ile yeni fikirlerin ortaya çıkmasına, yeni buluşlar aracılığıyla teknolojinin ve insanlığın ilerlemesine doğrudan katkı sunan eğitim kurumlarıdır. Bu nedenle üniversiteler, bilimsel ve teknik geliştirme merkezleri olmanın ötesinde, birer felsefi tartışma ortamı olarak, çevrelerini bilinçlendirme ve ülkelerinin bilinç ve kültür düzeyini yükseltme görevini de üstlenirler.

 

 

Üniversiteler, bulunduğu çağın ötesine bakmak, milletimizin ufkunu genişletmek gibi misyonları nedeniyle, bilim ve kültür dünyamızın en önem verilmesi gereken kurumlarıdır.

 

 

Bilim insanları, gelecek kaygısı taşımadan, herhangi bir dışlanmaya uğramayacağının bilinci içinde çalışma ve fikirlerini açıklama özgürlüğüne sahip olmak zorundadır.

 

 

Akademisyenlerimizin üniversitelerin en önemli aktörleri, eğitimin uygulayıcısı olduğunu düşündüğümüzde ve üniversitelerin olmazsa olmazı olan idari personeline ne yazık ki gereken değerin verilmediğini üzülerek görmekteyiz.

 

 

Akademisyenlerimizin ve idari personelimizin sayısı yetersiz, ücretleri düşük, özlük hakları kısıtlıdır.

 

 

Üniversite içi demokrasi işlememekte, üniversite çalışanları fikirlerini açıklarken çekinmektedir.

 

 

Akademik yükselmelerde kıstas, bilim olmaktan çıkmış, akademik unvanlar siyaset tarafından belirlenmeye başlanmıştır. İdari personelin yükselmesinde de liyakat, bilgi ve beceri bir tarafa itilerek yandaşlık esas alınmıştır.

 

 

2547 sayılı Kanunun 50/d maddesi nedeniyle yaşanan güvencesizlik sorunu, akademik hayata atılacak gençlerimizin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır.

 

 

Bütün bunların üzerine ekonomik sorunlar da eklendiğinde, akademik personel için bilimsel çalışma yapmak, toplumumuzun gelişimine katkı sağlamak, kalkınmanın itici gücü olmak imkânsız hale gelmektedir.

 

Maalesef akademisyenlerimiz, geçim kaygısı içerisinde bir dersten diğerine koşturmaktan proje hazırlamaya, bilimsel araştırma yapmaya, patent geliştirmeye zaman bulamamaktadır.

 

 

Eşit işe eşit ücret sağladığı iddia edilen 666 sayılı KHK düzenlemesinde unutulan eğitim öğretim camiası, ülkenin en düşük maaş alan kesimlerinden biri haline getirilmiştir.

 

 

Artırılmayan ek ödeme oranları nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulan akademisyenlerimiz, ek gösterge, ek ders ve özel hizmet tazminatı yönüyle de pervasız bir ihmalin kurbanı olmuştur.

 

 

Ağır ekonomik şartlar altında ezilen akademik ve idari personel, toplu sözleşme masasında da yok sayılmış, ekonomik kayıplarının telafisine yönelik en küçük bir iyileştirme yapılmamıştır.

 

 

Ücretlerin düşüklüğü nedeniyle genç beyinlerimiz ya daha yüksek getirili mesleklere yönelmekte ya da yurt dışı üniversitelere beyin göçü yaşanmaktadır. İdari personelimiz de geçim sıkıntısı nedeniyle daha iyi ücret alınabilen kurumlara geçmek, ya da memleketine gitmek için çırpınmaktadır.

 

 

AKP iktidarı, 2023 ve 2071 hedeflerini belirlerken bol keseden atmakta ama ülkeyi bu hedefe taşıyacak olanların akademisyenler olduğunu unutmakta, akademik ve idari personeli adeta ekonomik bir soy kırıma tabi tutmaktadır.

 

 

Öyle ki, Türkiye’de akademisyenlerin maaşı Hindistan, Güney Afrika, Nijerya, Arjantin, Brezilya, Kolombiya gibi ülkelerin dahi gerisinde kalmaktadır.

 

 

Ülkemizde dört kişilik bir ailenin aylık asgari geçim endeksi (yoksulluk sınırı) 3 bin 700 TL’ye dayanırken, en kıdemli profesör 4 bin 729 TL, doçent 3 bin 376 TL, yardımcı doçent 2 bin 706 TL, öğretim görevlisi ve okutman 2 bin 395 TL, araştırma görevlisi 2 bin 331 TL, teknisyen 2 bin 269 TL, şef 2 bin 111 TL, bilgisayar işletmeni 2 bin 63 TL, şoför bin 880 TL, yeni göreve başlayan üniversite mezunu memur da bin 794 TL maaşla sürüm sürüm süründürülmektedir.

 

 

On iki yıllık sürede, profesörler dâhil akademisyenlerin tamamı milletvekili sekreteri ve danışmanlarından daha az ücret alır konuma getirildi. Yine üniversite hocaları mezun edip yeni göreve başlayan öğrencilerinden daha az maaş alma rezaletiyle karşı karşıya bırakıldı.

 

 

Başbakan ve Bakanlar eğitimcilerin maaşının kendi iktidarları döneminde % 303 arttığını söyleye dursun, bu dönemde diğer kamu çalışanlarının ortalama maaşı reel olarak yüzde 61 artarken, öğretim üyelerinin maaşı ortalama yüzde 6’lık bir artış gösterdi.

 

 

2001 yılında bir profesör maaşı ile 17 adet Cumhuriyet altını alabilirken bugün 6 adet alabilmektedir. Yine doçentler on iki yıl önce maaşları ile 14 adet Cumhuriyet altını alırken bugün 4 adet alabildikleri görülmektedir. 2001 yılı altın fiyatları baz alındığında, alım gücünün aynı düzeyde kalması için 2013 yılında doçent maaşının yaklaşık 9.000 TL, profesörlerin de 11.000 TL civarında maaş alması gerekmektedir.

 

 

Hal böyleyken imzalanan toplu sözleşme sonucunda, üniversite çalışanlarımızın 2014 ve 2015 yılları da çalınmış, umutları yerle bir edilmiştir.

 

 

Ülkenin siyasi, ekonomik, kültürel, entelektüel bütün sorunlarına çözüm üretmeye çalışan akademisyenlerimiz ve üniversitelerin bel kemiği idari personelimiz, toplu sözleşme sonunda 2014 yılı boyunca alacakları 123 TL zamla nasıl geçinecekleri sorunuyla karşı karşıya bırakılmıştır. Üstelik enflasyon farkı hakları da gasp edilmiştir.

 

 

Bununla da yetinilmemiş, 2015 yılı için yalnızca %3 + %3 zam öngörülerek, akademisyenlerimiz ve idari personelimiz sefalete terk edilmiştir.

 

 

Yetkililer ekonomik büyümenin vatandaştan kaçırılarak ranta dönüştürülmesi konusunda adeta doktora tezi vererek, iktisat ve matematik profesörlerine, “ele geçmeden tükenen maaşla bir ay geçinmenin yolları” konusunda yeni bir akademik araştırma alanı açmıştır.

 

 

Bütün idari sıkıntıların üstüne bir de evini geçindirme, evine ekmek götürme kaygısına kapılan akademisyenlerimizden, bağımsız, yenilikçi ve özgün fikirler geliştirmesi beklenmektedir. Şurası anlaşılmalıdır ki, ülkemizi aydınlık geleceğe, daha güzel yarınlara taşıyacak temel etkenlerin başında akademisyenler gelmektedir.

 

 

Akademik personelin omuzlarına yüklenen bu sorumluluğu taşıyabilmesi için yetkililerin de akademik personelin sorunlarını çözme mecburiyeti bulunmaktadır.

 

 

Görüldüğü üzere Türkiye’de üniversiteler, akademisyenlerin ancak karın tokluğuna çalışabilecekleri kurumlar haline gelmiştir.

 

 

Akademisyenlerimiz 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen ek ödeme uygulamasının dışında tutulmuş ve büyük bir mağduriyet yaşamıştır.

 

 

Bu kararname ile 1500 TL’ye varan ek ödemeler söz konusu iken; bu ülkenin itici gücü olan, bilimsel çalışma üreten, sürekli bilimsel yayınları takip ederek, kendisini geliştirmesi gereken, gençlerimizi bilimin ışığında yetiştiren profesörlerin, doçentlerin, yardımcı doçentlerin, öğretim görevlilerinin, okutmanların, araştırma görevlilerinin tamamı ve idari personelin büyük bir çoğunluğunun böylesine görmezden gelinmesi, onların geçim derdiyle baş başa bırakılması kabul edilemez.

 

 

Üstelik akademisyenlerin ücretlerine yıllardır hiçbir iyileştirme yapılmamıştır.

 

 

Ayrıcalıklı bir kesimin önüne kazan konulurken, akademisyen ve idari personelimizin kuru ekmeğe talim etmesi hiçbir ülkede rastlanmayacak bir uygulamadır. Akademisyen ve idari personelimiz bu unutulmuşluk ve dışlanmışlıktan; geçim sıkıntısı ve gelecek kaygısından kurtarılmak zorundadır.

 

 

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek dahi gerçekleri görmekte, öğretim üyelerinin maaşlarının yetersiz olduğunu itiraf etmektedir. Ancak sorunları çözecek olan merciin de bizzat kendisi olduğunu unutmakta, sorunu çözme noktasında derin bir sessizliğe gömülmektedir.

 

 

Bu nedenle soruyoruz: Sorunu çözmekle mükellef olanlar, bu gerçeği nasıl yok saymaktadır?

 

 

Akademisyenlerimiz bilimsel çalışma mı yapacak, ailesinin geçimi için mi çalışacak? Akademisyenlerimiz bu ücretlerle mi kendisini geliştirecek, yenileyecektir?

 

 

Bu ülkenin kalkınması, dünyada hatırı sayılır bir yere gelmesi, bilgi toplumu olma yolunda aşama kaydedebilmesi için bilim insanlarının rahat çalışma imkânlarına kavuşması; bilimsel araştırma yapması için önüne inşa edilen engellerin kaldırılmasıyla mümkün olacaktır.

 

 

Bu bakımdan akademisyenlere ve idari personele konumlarına uygun maaş artışı yapılmalıdır. En azından 2001 yılındaki alım gücüne kavuşturulmalıdır.

 

 

Üniversite ödeneğine 360’ar TL eklenmeli ve idari personele de üniversite ödeneği verilmelidir.

 

 

Akademik personelin bilimsel çalışmalarda yaptığı harcamaları karşılamak üzere tüm akademik personele, en düşüğü aylık 500 TL’den başlamak üzere, araştırma-geliştirme ödeneği adı altında ödenek tahsis edilmelidir.

 

 

Akademik ve idari personele yapılan bütün ödemelerin emekli maaşına esas sayılmasıyla, üniversite çalışanlarımızın emekli maaşlarının da hak ettikleri seviyeye çıkarılması sağlanmalıdır.

 

 

Bu ülkeyi yönetenler, bilimsel gelişimin taşıyıcısı olan akademisyenlerimizin sesine kulak vermeli, dünyadaki meslektaşları gibi insanca yaşayacak ücretlere kavuşmaları için imkânlarını seferber etmelidir.

 

 

İfa ettikleri görev itibarı ile ülkemizi daha ileriye taşıyacak; bilim, kültür, sanat ve edebiyat dünyamızı geliştirecek ve geleceğimizi inşa edecek akademisyenlerimiz ile üniversitelerin olmazsa olmazı olan idari personelin bütün sorunlarının çözümü için ihtiyaç duyulan kaynak, ayakkabı kutularında fazlasıyla mevcuttur.

 

 

Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan

 

Türkiye Kamu Sen ve Türk Eğitim Sen

 

İstanbul İl Başkanı

 

 

author avatar
M. Hanifi Bostan

İlgili Haberler

Dünyadan
09 Nisan 2024
Irak’ın Sahipsiz (Üçüncü) Unsuru; Türkmenler

Irak, farklı etnik ve mezhep gruplarından oluşan değişik oluşumların bir arada yaşadığı bir ülkedir. Tipik Ortadoğu ülkesi olan Irak’ta yaşayan farklı etnik-mezheplere mensup olan her bir toplumun kaderi, arkasında olan farklı ülkelerin desteğine bağlıdır. Tipik Ortadoğu ülkesi demenin de anlamı budur. Örneğin, Iraklı Kürtlerin arkasında ABD ve bazı batılı ülkelerin desteği var, Iraklı  Şiilerin arkasında […]

Dünyadan
30 Mart 2024
Zararın Neresinden Dönersen Kârdır

2017 yılında Türkmen “stratejisinde” köklü bir değişim yapıldı. Yani, 1995 yılından 2017 yılına kadar olan süre içerisinde yapılanların tümü bir tarafa bırakılarak yeni bir döneme geçildi. Başka bir değişle, sil baştan başlamak oyunu misali Türkmen siyasi harekatındaki ortak akıl ve istişarenin egemen olduğu dönemin kapatıldığı bir dönem olarak Türkmen siyasi tarihine geçti. Değişen bu “strateji” […]

Nerden Tutarsan Elinde Kalır
Dünyadan
22 Mart 2024
Nerden Tutarsan Elinde Kalır

Ferhat Sengaw, beynini, kalemini, iradesini dış mihraklara kiralayan, onların maşası olup talimatları doğrultusunda Iraklı Türkmenlerin tarihine, varlığına ve geleceğine düşünür kisvesi altında medya aracılığıyla hakaret eden sünepe ve pespaye bir Iraklı Kürt yazarıdır. Yukarıda bahsi geçen sünepeye, Hasan Turan başkanlığındaki ITC imzalı verilen cevap “Iraklı oluşumların arasındaki kardeşliği bozmaya yönelik yalan içerikli açıklamaları kınıyor, mahkemeye […]

Genel
14 Mart 2024
Selfi Çekmenin Fiziki ve Sanal Tehlikeleri: Görünmeyen Riskler

TEHLİKENİN EŞİĞİNDE BİR FOTOĞRAF Selfi Çekmenin Fiziki ve Sanal Tehlikeleri: Görünmeyen Riskler Günümüzde sosyal medyanın ve çevrimiçi platformların popülaritesiyle birlikte selfie çekmek, sadece bir eğlence aracı olmaktan çıkıp adeta bir yaşam tarzı haline geldi. Ancak, bu popüler eğilim sadece güzellik ve özgüvenle dolu pozlarla sınırlı değil; aynı zamanda fiziki ve sanal olarak bir dizi tehlike […]