SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ

MOBİL UYGULAMALARIMIZ

Kartal Gazetesi

Paylaş
veya
aşağıdaki bağlantıyı paylaşın:
Anasayfa Genel Manşet

Zaman Yolculuğu

Yayınlanma:
ABONE OL

Beşiktaş iskelesinde sıradan bir gün. Az sonra bilmem kaç yüz yolcusu ile Çengelköy vapuru homur homur kalkmaya hazırlanıyor. Üç kısa düdüğünü çaldı. Geriye doğru tornistan yapacak anlamına gelen bu mesaj, yolcularına “kalkıyoruz” uyarısıydı. İskele ağır ağır beyaz köpüklere bulanıyor. Halatçı, kaptanı selamlayıp çelikten kuğuyu Çengelköy’e uğurluyor.

Yolcular salonlardaki cam kenarlarına ve vapurun sağlı sollu davlumbazlarına yerleşti. Geçmiş ve geleceğe köprü olan kadim memleketin insanları için on, on beş dakikalık kısa bir molaydı bu. Ve fakat yolculuğun mola mı, hoş bir hülya mı olduğu konusu henüz netliğe kavuşmuş değil. Kim ne derse desin, Boğazın büyüsü ve masmavi denizin iyot kokusu ile sarhoş olan İstanbullunun zaman yolculuğu’ydu başlayan..

Makinist film rulosunu çalıştırdı. Herkesin kendine ait hikayesi, filmi, anıları sahne aldı. Kimi gençliğine, beriki bekarlığına gitti vapurun çıkardığı köpükleri izlerken. Evvel hafta karısını kaybeden talihsiz bir adamın kalbi sıkıştı, derin derin nefes aldı, kendine geldi. Burun kısmında bir avukat mezuniyet gününü gördü filmde. Diplomasını ailesi ile paylaşmak için bu vapura binmesi gerekecek, arkadaşından borç para isteyecekti. Milyon dolarlık davalara bakan avukatın ta kendisiydi bugünlerde. Yıllar önce bu vapur ile Beşiktaş’a geçen Semra hanım Can’ a hamileydi. Can dün gece Amerika’dan dönmüş, Semra hanım oğlunun çok sevdiği midyelerden almak için Beşiktaş’a gitmişti. Dönüş yolunda epey yorulduğuna sızlandı. Gençlik şöyle bir selam verip gitmişti hoş anılarla dolu filminde. Gözleri doldu. Geçen yıllara mı yansın, biricik oğluna kavuştuğuna mı mesut olsun bilemedi. Yetmiş üçlük Nejat beyin jilet gibi lacivert takım elbisesi parlıyor. Güneşten değil. Yıllara mağlup olmuş belli ki. Vapurun kıç tarafında kendine demli bir çay söylüyor. Şirket-i Hayriye’de görevli Paşabahçe Vapurunun kaptanı babası Emin Ali bey var kendi filminde. Babasının kaptan köşküne çıkarıp koca vapurun dümenini teslim ettiği o günü izliyor hüzünle. Filmi kısa sürdü. Eminönü, Beşiktaş, Çengelköy arasındaki uzun yolculuğu için cebinden bir kuruş ödemediği aklına düştü, güldü. Devlet baba sağolsun dedi, martıların simitlere pike yaptığı salvoları izlerken..

Geçmişine ait ne anısı ne de bir hikayesi olmayan belki tek yolcu vardı koca gemide.

Halil..Olabilir miydi? Bir insanın geçmişi, anıları olmaz mıydı?

Bilmem kaç yüz yolcunun, bilmem kaç yüz farklı hikayesi döndü vapurun her bir mevkiinde. Kendi özgül ağırlığına ilave olarak tüm bu insanları ve hikayelerini sırtlayan Çengelköy Vapuru ağır ağır yaklaştı iskeleye.

Hayaller farklı, rota aynı, iskele hep ortaktı. Ta ki iskeleye ayak basana kadar..Yazık ki ilk adım ile bu büyü bozulacak, canım İstanbullu makus kaderine razı olacaktı. 

İnip inmeme arasında gitti geldi Halil. İsmet Paşazade Yalısı ile arasında üç beş yüz metre ya var ya yoktu. Mesafe kısa olsa da zaman boyutu hiç de öyle değildi. Dile kolay, tam kırk yıl..

 Kısa ürkek adımlarla yalıya doğru yürüdü. Daha fazla yaklaşmasına yüreği izin vermedi. Hayli değişmiş olmasına şaşırmadı. Zaman sadece insanoğlundan alıp götürmüyor, canlı cansız her mahlûkat zalimce akıp yiten yıllara direnemiyordu. Eski halinden eser yoktu. Çocukluğunun kalesi bildiği yalının müştemilatına baktı uzun uzun. Annesi, babası ve Zeliha hayallerine üşüştü geniş bahçede.

Çengelköy Polis Karakolu girdi. “Ben Halil Atuk” dedi.

        Şinasi bak sana sesleniyor müşteri. Sinasihişş. duymuyon mu?

        Duydum Recep duydum.

        Sahi sen nereye bakıyon ya hu?

        Halil’i gördüm az önce sanki.

        Yok daha neler? Adam kırk yıldır yok. Ne işi var Çengelköy’de..Canım Zeliha’yı öldür, sonra kaç, kırk yıl sonra gel. Olacak iş değil. Kıçımın kenarı, ne istedin koskoca İsmet Paşazade’nin gül gibi kızından. Evlenmek istemişmiş.. Paşa kızı dengin miydi senin it oğlu it!!

        Büyük konuşma Recep ikimizin de kızı var. Aşk önce ruhu sonra gözleri kör eder..

      Şirazlı Sadi şöyle der bir sözünde “Yek katre-i hunest ve hezar endişe” yani “bir damla kan ve bin endişe.” Katil muhakkak cinayet mahalline döner dönmesine de Halil’in dönüşü son bir vedaydı kırk yıllık kahır ve endişe dolu kendi hikayesine.

      Her yolculuk bir kaderdir aslında. Ve dahi her insanın bir yolculuğu vardır, kimi Çengelköy vapurunda, kimi elleri ters kelepçeli yaşlı gözlerle İsmet Paşazade Yalısına bakan Halil’in bindiği polis otosunda.

      İskelede bir koşuşturmadır gidiyor. Bilmem kaç yüz yolcu sökün etti vapura, yerleştiler salonlardaki cam kenarlarına ve vapurun sağlı sollu davlumbazlarına. Üç kısa düdük çaldı. Makinist yepis yeni hikayelerin olduğun film makaraları çıkardı çantasından..Rulo dönmeye başladı. Herkesin kendine ait hikayesi, filmi, anıları sahne aldı. Zamanda yolculuk başladı..

Taner KOÇ / Velhasıl Galata

Tablo : Çengelköy Sahili ( Ressam Ayşe Ersoy )

İlgili Haberler