1948 yılında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul ve ilan edilmiş olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edildiği gün olan 10 Aralık Dünya İnsan Hakları günü, 10 Aralık itibariyle başlayan hafta da Dünya İnsan Hakları Haftası olarak kutlanmaktadır. Bilindiği üzere, 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, “insan haklarının anayasası” olarak tanımlanır. İnsanın doğuştan sahip olduğu kişisel hak ve özgürlükleri tanımlar, her insanın yasa önünde eşit olduğunu, işkenceye, kötü muameleye ve onur kırıcı cezalara tabi tutulamayacağını ilan eder. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin ilan ve kabul etmesinin üzerinden tam 61 yıl geçmiş olmasına rağmen, dünyada kan ve gözyaşı dinmemiş; insan hakları ihlalleri bertaraf edilememiştir. 2009 yılında dünyada ki İnsan Hakları ihlalinin bilançosuna bakıldığında, Afrika’dan Irak’a, Afganistan’dan Doğu Türkistan’a, Filistin’den Çeçenistan’a kadar geniş bir coğrafyada kara bir tablo ortaya çıkmaktır. Sivillerin sinir gazlarına maruz kaldığı, çocukların misket bombalarıyla öldürüldüğü, kadınların tecavüze uğradığı bir dünyada, insan haklarının 61. yılını sadece kâğıt üzerinde kutlamaktan son derece muzdaripiz.
Terör eliyle masumların katledildiği, belediye otobüsünde dahi saldırıya maruz kalıp yaşamını yitiren vatandaşlarımızın var olduğu Türkiye’de de, insan haklarının acı bilançosu maalesef değişmemektedir. Bugün ülkemizde, sözde açılımlarla “daha fazla demokratik hak vereceğiz” diyerek, büyük kaoslar meydana getirilmektedir. Türkiye’de tüm vatandaşlarımızın hakları Anayasa ile teminat altına alınmıştır. Buna rağmen, AKP hükümeti icraatlarıyla insan haklarının en temellerini ayaklar altına almaktadır. Terör örgütünün ve yandaşlarının yaptığı hukuksuzluklara göz yumarak ve saldırılarını karşılıksız bırakarak; terörün insan üzerinde korku ve sindirme yaratmasına izin vermektedir. AKP iktidarı yaşama hakkının yanı sıra, kamuoyunun hafızasında korku imparatorluğu oluşturmak için başlattığı Telekulak olayları ve yargının siyasallaştırılmasıyla özel hayata müdahale sınırı bırakmamıştır.
Başta kamu görevlileri olmak üzere toplumun her kesiminde “bizden olanlar-olmayanlar” ayrımını açıkça yapan iktidar zihniyeti, insanların yasa önünde eşitliği ilkesini açıkça tehdit etmektedir. 1948 yılından beri değişen ve çağdaşlaşmaya doğru giden yenidünya düzeninde, teknoloji insan öldürme ve insanlara işkence edebilme alanlarında da aşamada kaydetmiştir. “Uzay çağı” olarak tanımladığı günümüzde de hala, insanların en temel hakkı olan “yaşama” özgürlüğü medeniyetin binlerce kilometreden gelen insanlarla ve ya binlerce kilometreden gelen emirlerle gasp edilebilmektedir. Yaratılan her şeyi Yaradan’dan ötürü sevmeyi ilke edinmiş bir medeniyetin evlatları olarak, yeryüzünde insanların hunharca katledilmesine derinden üzülüyor ve yapılan zulümlere karşı demokratik tepkimizi her platformda ortaya koyuyoruz. Emek kutsallığını savunan ve hak mücadelesi veren Türkiye Kamu-Sen camiası olarak, insanın doğuştan sahip olduğu kişisel hak ve özgürlüklerine, her insanın yasa önünde eşitliğine, işkenceye, kötü muameleye ve onur kırıcı cezalara tabi tutulamayacağını içeren İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne imza atan ülkeleri, insan hakkı ihlallerine karşı sessiz kalmamaya davet ediyoruz.
Hükümet tarafından “teğet geçti” denilen ekonomik krizin, ekonomide etkilerini hala sürdürdüğü gerçeği ile karşı karşıyayız. İşsiz sayısına her gün bir yenisinin eklendiği, dar ve sabit gelirlilerin haciz ve icralarla boğuştuğu devletin resmi rakamları tarafından da ortaya konulmaktadır. Vatandaşın birinci gündem maddesi olan ekonomik sıkıntıların hükümet tarafından görmezden gelmesi ve suni gündemlerle kamuoyunu meşgul etme şansı artık kalmamıştır.
Türkiye’de artık gündem, ekmek kavgası ve emek mücadelesidir. Tekel işçilerine “devletin malı deniz, yemeyen domuz” diyen Başbakan’a, memurlara “ sizin yüzde kırk altınız vasıfsızdır” diyen Bakan’a, İtfaiyecileri kadrosuz çalıştıran Belediye Başkanı’na artık halk sessiz kalmamaktır. İnsanlar; işlerine, ekmeklerine sahip çıkabilmek için sokaklara dökülmekte, eylem yapmakta, iş bırakmaktadır. Gelir adaletsizliği toplumu patlamanın eşiğinden geçirmek üzeredir.
Hükümet, dar ve sabit gelirli, memurun, işçinin, emeklinin, esnafın, çiftçinin feryadına kulaklarını tıkamış; kulak tıkamakla da kalmamış kendisine adeta düşman olarak görmeye başlamıştır. Hızla bir korku cumhuriyeti yaratmaya doğru giden hükümet, teröristlere ve şehirleri kasıp kavuran terörist yandaşlarına göstermediği sert müdahaleleri, “açım” diyen vatandaşına gözünü bile kırpmadan reva görmektedir. Belediye otobüsüne Molotof kokteyliyle saldırarak hem vatandaşlarımızı katleden hem de devlet malına zarar veren teröriste değil; ateşe verilen belediye otobüsünü söndüren belediye itfaiyecisine polis zoru kullanılmaktadır. Yakın zamana kadar tren yollarına bomba koyan, tren seferlerini bölücü eylemlerle aksatan terör örgütü mensupları bertaraf edilmeye çalışılmamakta; “hak mücadelesi” veren TCDD çalışanları görevlerinden alınmak suretiyle yıldırılmaya çalışılmaktadır. Bu çalışanların göreve dönmesi için basın açıklaması yapan sendika şube başkanları ve sendika üyeleri kolluk kuvvetleri marifetiyle gözaltına alınmakta, kolluk kuvvetleri tarafından hakarete uğratılmakta ve tartaklanılmaktadır. Ülkede iç savaş çıkartmaya uğraşan, polise taş ve havai fişek yağdıran yüzü maskeli kişilere değil; işini geri isteyen Tekel işçilerine biber gazı ve tazyikli su ile müdahale edilmektedir. Polisin bu orantısız güç gösterisine milletvekilleri dahi maruz kalmaktadır. Kamuoyunun aklında şu soru işareti oluşmaktadır: “Bizlerin güvenliğini sağlamakla yükümlü olan polisin şiddetinden bizi kim koruyacak?” Vatandaşlarımız, ne acıdır ki artık kendi güvenliğini sorgulamaya başlamıştır.
Hükümetin takınmış olduğu bu tavırlarla, vatandaş sindirilmeye çalışılmakta, toplumun sesini duyurmaya çalışan başta sendikalar olmak üzere Sivil Toplum Kuruluşları susturulmaya çalışılmaktadır. Toplum üzerinde yapılan tüm bu baskılara rağmen kamuoyu bilmelidir ki: Türkiye Kamu-Sen olarak hak arama mücadelesi veren tüm vatandaşlarımızın yanında olacağız. Hükümete sesleniyoruz, memurları ve işçileri yıldırma ve sindirme politikasından vazgeçin. Memurlarla ve işçilerle kavga etmek bugüne kadar hiçbir siyasi iktidarın seçtiği yol değildir.
●●●
Devletler, insan haklarını korumak konusunda aldığı önlemlere göre değerlendirilmekte, hak ihlalleri söz konusu olduğunda bu ihlalin yaşandığı ülke, uluslar arası düzeyde kınanmakta, gerekli önlemlerin alınması konusunda uyarılmakta, yetkililere baskı yapılmaktadır. Dolayısıyla İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin bir ülke tarafından ihlal edilip edilmemesi konusu, insan haklarının korunması bakımından önem taşımaktadır.
İnsan haklarının korunması sorumluluğu iki temelde ele alınabilir. Birincisi devletlerin üstüne düşen, ikincisi ise bireylere düşen sorumluluktur. Yani devletler kadar insanlar da insan haklarının korunması konusunda sorumluluk taşırlar. Temelde amaç aynıdır: İnsanların hayat şartlarının iyileştirilmesi ve geliştirilmesi. İnsanca yaşamayı sağlayacak ortamın geliştirilmesi ve uygulanabilmesi için de bir düzene ihtiyaç vardır. İşte insan hakkı denilen olgu, belli nitelikteki düzenin sağlanabilmesi için gereken ilkeler bütünüdür ve zamana ve ortama göre değişir, gelişir.
En temel hak, İnsanın “ YAŞAMA HAKKI “dır. Yaşama hakkı topluma, onun siyasal örgütlenmesi olan devlete, ciddi ve ağır görevler yüklemektedir. Devlet bir yandan, insanca yaşama hakkının sağlanması için gerekli hukuksal örgütlenmesini kurarken, diğer yandan da toplumda var olan ekonomik, sosyal tüm zayıflıkları gidererek, ilkeli ve gerçek Yaşama şartlarını oluşturmalı ve korumalıdır. Bunun için kanunlar çerçevesinde her türlü önlemi almak zorundadır. Yaşama Hakkı öyle önemlidir ki, vatandaş için devletin varlığı anlamına gelir. Devlet yaşama hakkının korunması için, hem hukuksal düzenlemeler yaparak bu hakkı güvence altına alır hem de ekonomik ve sosyal yönden önlemler alarak insanca bir hayat sağlamak için gerekli koşulları hazırlar. Tüm bireylerin hukuk düzeni içinde özgürce var olabilecekleri ve yasalardaki hak ve özgürlüklerden faydalanacakları ortam, çağdaş boyutlarda, demokratik bir tartışma ortamı, bireylerin kendilerini geliştirmeleri açısından zorunlu olan temel bir haktır. Her şeyin özgürce gündeme getirilerek tartışılabildiği bir ortamda haksızlıklar ele alınabilir, haksızlıkların üzerine gidilebilir. Böylece devletin haklının yanında yer alması sağlanabilir.
Bugün ülkemizde sosyal hayatta insan hakları konusunda büyük ilerlemeler sağlanmış, hak ve özgürlüklerin kullanımında birçok sorun ortadan kaldırılmıştır. Ancak aynı durum ne yazık ki; çalışma hayatı için geçerli değildir. İnsanca yaşama hakkı öncelikli olarak, kişinin kendisi ve ailesini geçindirmeye yetecek ve insanca yaşayabilecek düzeyde bir ücret alma hakkının sağlanmasıyla mümkündür. Bu seviyenin sağlanabilmesi ise ancak ücretlerin tek taraflı belirlenmesi uygulamasından vazgeçilmesi ve istihdamda da demokrasinin kurallarının hayata geçirilmesi ile mümkündür.
Özellikle kamu sektöründe ücretlerin yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran siyasi güç tarafından belirlendiği ülkemizde, kamu çalışanlarına insanca yaşama hakkının sağlandığını söylemek mümkün değildir. Devletin, kişilerin hakkını araması konusundaki sorumluluğu gereği, memur sendikacılığına sadece toplu görüşme hakkı tanıyan yapıdan bir an önce çıkarılarak, toplu sözleşme ve grev hakkının verilmesi bir gereklilik olmuştur.
4688 Sayılı Kanun, memur sendikalarına hukuki zemin sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Ancak; AB, ILO gibi uluslar arası örgütlerin normlarına uygun değildir. Kanun, bir taraftan sendikal örgütlenmeyi serbest bırakırken diğer taraftan toplu pazarlık, dayanışma aidatı, siyasete katılma ve grev hakkı gibi sendikacılığın ve demokrasinin olmazsa olmaz unsurlarını yok saymaktadır. İnsan hakkının ve insanca yaşama hakkının sağlanabilmesi, ancak hak sahiplerine gerekli gücün verilmesiyle mümkündür. Bu güç de memurlar açısından grev, toplu sözleşme ve siyasete katılma hakkının tanınmasıdır.
2004 yılında Anayasa’nın 90. maddesinde yapılan değişiklikle uluslar arası sözleşme ve anlaşmaların kanun hükmünde olduğu belirtilmiştir. Bu durumda ülkemizin imza altına alarak kabul ettiği ancak bu güne değin uygulamak için herhangi bir girişimde bulunmadığı pek çok sözleşme hükmünün hayata geçmesi anayasal bir zorunluluk halini almıştır. Ülkemizin de kabul ederek imza altına aldığı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, 87, 98, 105 ve 151 sayılı ILO sözleşmeleri hükümlerini hayata geçirmesi anayasal bir zorunluluk haline gelmiştir.
Sermayeyi korumak için, “küresel gerçekleri reddedemeyiz” diyenler, küresel ekonomiden söz edenler, savaşları bile küreselleştirenler, neden tüm dünyada var olan sendikal hakkı bize çok görüyorlar?
İnsan haklarının en temel öğelerinden birisi ekonomik haklardır. Ekonomik haklarla ilgili olarak; “insanların, kendisi ve ailesiyle birlikte, insanca yaşayabileceği gelir için gerekli şartları devlet sağlar” denilmektedir. Şimdi soruyorum; memur yıllardan beri açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilirken, yönetenler bu imkânları kime sağlamıştır?
Toplu sözleşme hakkı, gerek ekonomik haklarımızı elde etmemizde, gerekse elde edilmiş haklarımızı korumada, insan haklarının, sosyal haklar bağlamında en temel hakkımızdır. Bunu istiyoruz.
21. yüzyılın başında çağdaş dünyada insan hakları konusunda gelinen nokta, 19. ve 20. yüzyıl dünyasının çok ötesindedir. Eğer çağdaşlaşmaktan söz edeceksek, insanca yaşama hakkından söz edeceksek, sendikal hak ve özgürlükleri bir tarafa bırakamayız.
Küreselleşen dünyada, küresel sermayenin, çalışanların elinden insanca yaşama hakkını almaması için her çalışana kendisi ve ailesinin insanca yaşamasına yetecek kadar ücret alması hakkını vermek zorundayız. Bütün evrensel değerler, Türk memurunun toplu sözleşme ve grev hakkını elde etmesi gerektiği yolundadır. Artık zaman kalmamıştır. Türk memurunun insanca yaşaması için; bu hakkın sağlanması için; gün bugündür.
Türkiye Kamu-Sen
İstanbul İl Başkanı
Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan
İlgili Haberler
Bugün terörsüz Türkiye için önemli bir adım atıldı
Okan Algün, Teknolojinin Geleceği Tehlikede, Yapay Zeka ve Veri Zehirlenmesi
Hüseyin Yücel mi Serdal Adalı mı?
İtina ile Çökertilen Bir Toplumun Siyasi Davası
Irak Türkmen Milletinin Hali; Hal-i pür melalimiz
Saddam Gerçekten Bir Devlet Adamı Mıydı?