Eğitim Bir Sen İstanbul 4 No’lu Şube Başkan Yardımcısı Emre Şahin’in kaleme aldığı “Memur sendikacılığında değişim zamanı” başlıklı dikkat çekici yazısında;
“2010 Anayasa değişikliği, memurlarımıza ‘toplu sözleşme hakkı’ kapısını araladı. O günden bu yana Memur Sen’in 1007, Eğitim Bir Sen’in 88 somut kazanımı; haklarımızın sıfırdan bir zirve yolculuğuna çıktığını gösterdi.
Sorumluluğumuz ise artık sadece bu kazanımları korumak değil. Kanunla belirlenen sınırları aşmak, dayanışmayı kurumsallaştırmak ve memur sendikacılığını çağdaş gereksinimlere uyarlamak için harekete geçmek.
Günümüz Türkiye’sinde toplu sözleşmeden yararlanan üç grup var: yetkili sendika üyeleri, diğer sendikalılar ve sendikasızlar. Hepsi eşit kazanımlardan faydalanıyor; ancak sorumluluk ve yıpranma yükünü yalnızca yetkili sendika omuzluyor. Bu adaletsiz dengeyi değiştirecek temel araçsa dayanışma aidatı.
Dayanışma aidatı, toplu sözleşmenin getirdiği iyileştirmelerden fayda sağlamak isteyen tüm kamu görevlilerinin söz hakkını ve finansal katılımını güvenceye alır. Amaç, hak arayışındaki emeği ve yükü paylaşmak, örgütlenmeyi kamusal alanda kapsayıcı hale getirmek. Katılım payı sayesinde masa başındaki sorumluluk, yalnızca arkadaşlarımızın gönüllülüğüne değil, kolektif bir çabayla desteklenir. Saha ziyaretleri, eğitim seminerleri ve hukuki takip gibi faaliyetlerin sürdürülebilirliği bu gelir mekanizmasıyla garanti altına alınır.
Memur sendikacılığının en temel eksikliklerinden biri, kamu görevlilerine tanınmış meşru bir grev hakkının olmayışıdır. Grev hakkı, emekçinin masada güçlü bir pazarlık zemini elde etmesi, taleplerin caydırıcı bir güçle masaya yansıması ve sivil toplum desteği alması açısından vazgeçilmezdir. Gerçek anlamda toplu pazarlığın işlemesi için grev, sadece bir eylem hakkı değil; aynı zamanda demokratik bir araç olarak kabul edilmelidir. Bu çerçevede, grev hakkını düzenleyen yasal sınırlamalar kaldırılmalı, grevin usul ve esasları net biçimde tanımlanarak toplu pazarlık sürecine dâhil edilmelidir.
Uyuşmazlık hâlinde devreye giren Kamu Görevlileri Hakem Kurulu ise mevcut yapısıyla taraflar arasındaki dengeyi sağlayamamakta, uzlaşmazlık koşullarını tescil eden pasif bir notere dönüşmektedir. Kurulun, hükümeti temsil eden üyeler ile sendika tarafının katılımıyla adil ve dengeli karar alacağı şekilde yeniden yapılandırılması şarttır. Eşit oy durumunda Başkan’ın oyu belirleyici kılınmalı, kararlar karar defterine günlük tutanaklarla kaydedilmeli ve bu kayıtlar; taraflardan ve bağımsız uzmanlardan oluşan bir izleme komisyonu tarafından şeffaflık ilkesiyle denetlenmelidir.
Sendika temsilcilerinin görev izinleri ve iş güvencesi bakımından da iyileştirmeler şart. Masadaki bütün yükü omuzlarken çalışma barışını koruyabilmeliyiz. Görev dönemi sonunda eski görevimize kesintisiz dönme garantisi, hem temsilcimizin hem de örgütlenme sürecimizin güvence altında olduğunu gösterir.
Bütün bu eksikliklere ek olarak, 4688 sayılı Kanun’un toplu sözleşme görüşmelerini sadece Ağustos ayı ile sınırlandırması büyük bir açmaza sebep oluyor. Kanun, her dönemde ilk teklifin sunulduğu tarihten itibaren iki hafta içinde müzakerelerin tamamlanmasını öngörüyor; bu sürenin dolması halinde otomatik olarak Hakem Kurulu’na başvuruluyor. Oysa milyonlarca memurun haklarını ilgilendiren kapsamlı taleplerin, iki haftalık dar bir takvimde detaylıca tartışılması imkânsız. Müzakere süresinin en az iki aya çıkarılarak taraflara makul bir görüşme zemini tanınması, hem daha adil hem de kalıcı sonuçlar doğuracaktır.
Mevcut sistemin sürdürülebilirliğini sağlamak için toplu sözleşme kapsamına mali ve sosyal hakların yanı sıra özlük hakları ve çalışma şartlarının da dâhil edildiği bütüncül bir çerçeve benimsenmeli; bu çerçevede teklifler, genel oturumların yanı sıra hizmet kollarına özel esnek toplantılarla yıl boyunca ele alınmalıdır. Böylece, sahadan gelen talepler hızlı ve etkin bir biçimde masaya taşınırken, uluslararası normlarla uyumlu bir yapının temelleri de atılmış olur.
Bu adımlar hayata geçtiğinde, dayanışma aidatıyla omuzlarımızdaki yükü paylaşacak, grev hakkıyla toplu pazarlık sürecini demokratikleştirecek, temsilcilerimizin görev güvencesini güçlendirecek; uzun görüşme süresiyle kapsamlı müzakerelere fırsat tanıyacak düzenlemelere kavuşacağız. Memur sendikacılığının “hak arayışının ahlaklı biçimi” iddiası bu sayede gerçek anlamını bulacak ve çalışma barışının temelleri milletimizin de hak ettiği biçimde atılacaktır.
Yolumuz uzun ama kararlıyız. Hak arayışımızda yalnız değiliz; birliğimiz, dayanışmamız ve yasal taleplerimizle güçlü bir gelecek inşa edeceğiz.