Son dönemde Maliye Bakanlığı’nın yaptığı vergi denetimleri kapsamında “yapay zeka altyapılı analizler” dikkat çekici sonuçlar ortaya koydu. Bakanlık daha önce de mükelleflerin finansal tablolarını ve vergi beyannamelerini risk analizine tabi tutuyordu. Ancak bu analizler, büyük ölçüde beyannamelerde yer alan tutarlara odaklandığı için sisteme entegrasyonu kolay olmakta, mükellefler beyannamelerini verdikleri sırada riskler kendilerine uyarı olarak yansımaktaydı.
Misafir Kalem Yeminli Mali Müşavir Halil Ayhan “Maliye’de Yapay Zeka Dönemi” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Geçmiş dönemlerde yapılan analizler ise denetim kapasitesi dikkate alınarak doğrudan vergi incelemesine sevk edilmekteydi.
2025 Yılı Analizleri: Daha Derin ve Kapsamlı
2025 yılında yapılan yeni analizlerde mükelleflerin geçmiş dönem banka hesap hareketleri, tapu kayıtları, bilanço ve gelir tabloları da dikkate alındı. Mükelleflerden “gönüllü uyum” çerçevesinde finansal tablolarını ve beyannamelerini düzeltmeleri istendi.
Çalışmalar şu başlıklarda özetlenebilir:
Bu analizlerden olumlu sonuçlar elde edildi. Henüz tüm sonuçlar açıklanmamış olsa da, açıklanan verilere göre olası bir matrah artırımı yasasıyla Hazine’ye girecek tutarlarla karşılaştırılabilir düzeyde bir katkı sağlandığı görülüyor. Bu nedenle yeni bir matrah ve vergi artırımı yasası beklentisi azalmış durumda.
Gönüllü Uyumun Dezavantajları
Bununla birlikte, gönüllü uyum süreci bazı dezavantajlar da barındırıyor. Mükellefler, finansal tablolarının yapay zeka ile analiz edildiğini ve yalnızca belirli kalemlerde hata bulunduğunu düşünerek bunları gönüllü olarak düzeltiyor. Bu durum, mükelleflerde adeta matrah artırmış gibi bir psikoloji yaratıyor.
Dolayısıyla ilerleyen dönemde aynı dönemlere ilişkin yeni bir vergi incelemesi yapılması halinde hem mükellef hem de idare açısından yıpratıcı sonuçlar doğabileceği aşikâr.
Tüzel Kişilik ve Ticaret Ahlakı
Dikkat çeken bir diğer husus, tüzel kişilik kavramı ile ilgili. Yapılan analizlerde mükelleflerin, hissedarı oldukları şirketlerle bağlarını “aidiyet” düzeyinde gördükleri ve bu nedenle şirketin ayrı bir kişiliği olduğunu göz ardı ederek yasal düzenlemelere aykırı hareket ettikleri tespit edildi.
Kanunlar bu tür durumlarda cezai yaptırım öngörse de, esasen İslam ve Ticaret ahlakı açısından bakıldığında ortakların şirket borçlarını sınırsız sorumlulukla üstlenmesi uygun bir davranıştır. Hatta bazı İslam alimleri, yasal sınırlamalar dikkate alındığında şirket kârlarını helal görmemiştir. Bu bağlamda mükelleflere “adat” gibi incitici cezalar kesilmemesi, daha yapıcı çözümler üretilmesi önerilebilir.
Kayıtlarla Fiili Durum Arasındaki Uyuşmazlıklar
Bir başka önemli konu da mükelleflerin defterlerindeki kaydi durum ile fiili durum arasındaki farklılıklardır. Son yıllarda yaşanan ekonomik zorluklar, yüksek enflasyon ve iflaslar şirketleri zorlamaktadır. Mükelleflerin, kredi bulmak ya da incelemelerden kaçınmak için tablolarında oynamalar yaptıkları; örneğin stokları olduğundan yüksek gösterdikleri görülmektedir.
Ancak bu tür düzenlemeler, mükelleflerin öngörmedikleri daha ağır sonuçlara yol açabilmektedir. Bu nedenle banka ve finans kurumlarının, devletin kredi ve teşvik politikalarında yalnızca “olumlu finansal tablo” dayatması yapmaması; işletmelerin sürdürülebilirliğini esas alan reel değerlendirmeler yapılması daha doğru olacaktır.
Genel Değerlendirme
Yapılan çalışmalar, Hazine’ye katkısının ötesinde mükellefler açısından ciddi bir farkındalık sağlamıştır. Ancak ekonomik göstergelerin olumsuz olduğu bir dönemde uygulanması, işletmeler için zorlu bir süreç doğurmuştur.
Ayrıca, mükellefler tarafından “düzeltme yapılmazsa vergi incelemesine sevk edileceği” yönündeki resmi ifadeler tehdit olarak algılanmaktadır. Bu nedenle söz konusu ifadelerin yalnızca iç yazışmalarda veya analiz birimlerinin değerlendirmelerinde kullanılması daha uygun olacaktır.