Halid Bin Velid; Büyük komutan, girdiği her savaştan zaferle çıkan, savaşları başarı ile bitiren, Allah’ın Kılıcı lakabını almış, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük komutanlarından biriyken ve zaferleri devam ediyorken dönemin halifesi Hz. Ömer tarafından başkomutanlık görevinden alınıyor ve sebep olarak deniyor ki;
– İnsanlar onu gözlerinde o kadar büyüttüler ki Allah’ı bırakıp başarıyı onun elde ettiğine inanacaklarından korktum.
Ve yine Hz. Ömer diyor ki;
– Onun elde başarıların sadece onun cesaret ve kahramanlığından kaynaklanmadığını bu başarıları ona Allah’ın nasip ettiğini, Allah’tan geldiğini, komutanla alakasının Allah’ın dilemesiyle olduğunu bütün insanların bilmeleri ve görmeleri gerektiği için böyle hareket ettim
Çünkü o günlerde insanlar ‘Eğer Halid Bin Velid varsa savaşı kesin kazanırız, o yoksa kaybederiz’ diye düşünmeye başlamışlardı.
Hz. Ömer, Halid Bin Velid’e de diyor ki;
– İnsanlar kazanılan savaşları elde edilen zaferleri senden bilip, senin sayende olduğunu sanmaktalar. Korkarım ki bu onları şirk haline sokabilir, Olur ki sen de bu zaferleri ben kazanıyorum sanarak, kibre kapılabilir, bu zaferlerin Allah’tan geldiğini unutarak şirk haline düşebilirsin. Senin için de toplum için de hayırlı olan senin bu görevden alınmandır. (Nitekim yeni komutan Ebu Ubeyde b. Cerrah döneminde de İslam orduları çok önemli zaferler kazanmış, önemli fetihlerde bulunmuştur.)
İnsanların başarılarının altında kendi zekâları, cesaretleri, dehalarının payı olabilir ama gerçek odur ki bizler olanları kişilere mal ederek; o yaptı, o etti, o olmasaydı bu işler olmazdı, onun sayesinde bu ülke bu halde diyorsak, bizler Allah’ın dilemesini bir kenara koyarak “şirk batağına” batıyor olabiliriz.
Öte yandan; komutan, yönetici, lider ve benzeri pozisyonda olanlar da gerçekleşen hizmetleri kendilerine mal ederek her şeyi ben yaptım, ben ettim, ben olmasaydım sizler uçurumdaydınız, bizler sizi ayağa kaldırdık diyerek toplumun önüne çıkıyorlarsa onlar da Allah’ın iznini ve nasibini unuttukları veya dile getirmedikleri için şirk batağına batıyor olabilirler. Üstelik Allah zamanla bu kişilerin hayırlı hizmetlerde bulunmalarına da müsaade etmeyebilir.
Unutmayın ki; İnsanların, Allah Teâlâ’ya göstermeleri gereken saygıyı, sevgiyi, güveni, umudu, beklentiyi ve korkuyu, onun dışında herhangi bir insana veya herhangi bir şeye de yöneltmeleri haline putperestlik denir. Bu, illa ki, ben putperestim demekle olmaz bu şekil davranmakla olur.
Mesela Peygamber Efendimiz döneminde Mekke bölgesinde yaşayan ve Kâbe’de bulunan putlara tapanların çoğu Allah’a da inanıyorlar fakat bu putların işlerini hallettiğini, sıkıntılarını giderdiğini düşünerek bu putlara karşı farklı bir sevgi, saygı, korku, umut ve güven besliyorlardı.
Bizler millet olarak, ne dinimize ne de kültürümüze uymayan bir şekilde makama, mevkie, zenginliğe gereğinden fazla önem veriyoruz. Bu kişiler haksız bir saltanat sürerken bizler de abartılı methiyelerle, dalkavukluklarla, hataları bile başarı gibi göstermelerle bu insanların egosunu kabartıyor, onları kibre sokuyor hem onları hem kendimizi Allah’tan ediyoruz.
Unutmamalıyız ki bütün makamlar, mevkiler, zenginlikler Allah’ın çeşitli sebepler dairesinde insanlara nasip ettiği dünyalıklardır ve çok ağır imtihanlardır. Ki bu makamları Allah insanlara lütfundan mükâfat olarak mı, kahrından azap olarak mı nasip etmiştir bilemeyiz. Eğer insanlar bu nasiple haksızlığa, hırsızlığa sebep olmadan hayırlara sebep olabiliyorlarsa bu durum lütuftur, yok birilerinin hakkını yiyerek, zulmederek kendilerine ve çevrelerine çıkar sağlamaya çalışıyorlar veya buna sebep oluyorlarsa bu durum ise kahırdır ve azap sebebidir.
Bu yazıyı okurken hangi makama ve kime yorarsanız yorun. Allah’ın hatırından ötesi yoktur, Allah ve Peygamber ne diyorsa doğrusu odur. Bu kişiler de makamlarını, güçlerini sadece kendi kuvvet ve zekâlarıyla elde ettiklerini sanıyorlarsa Allah’ın muradını, nasibini devreden çıkardıkları için kibre ve şirke düşmekten kurtulamayabilirler.
Ama görüyoruz ve biliyoruz ki hiç kimse Hz. Ömer değil, hiç kimse Halid Bin Velid değil. Olamazlar da çünkü bu insanların çevresinde yer alan kişiler de sahabeler gibi değil.
Unutmayın ki bir kişinin bulunduğu görevden alınması, o kişi için, o göreve getirilmesinden çok daha hayırlı olabilir. Önemli makamlarda bulunan insanlar oraya gelebilmek veya orada kalabilmek için nasıl bedeller öderler, sağlıkları, huzurları yerinde midir, Allah ve insanlarla olan ilişkileri nasıldır bilemeyiz. Bu sebeple bu kişiler için üzülmekten veya sevinmekten ziyade hem onlara, hem bizlere hayırlısı olsun diye dua etmeliyiz.
Allah korusun sevdiklerimizin, dostlarımızın ve güvendiklerimizin nefsine ve şeytana mağlup olup aşağıdaki ayete muhatap olmalarını istemeyiz değil mi?
Firavun halkına duyuru yapıp dedi ki: “Ey benim halkım! Mısır’ın yönetimi benim elimde değil mi? Ayaklarımın altından akan şu nehirler, kanallar benim değil mi? Görmüyor musunuz? Yoksa ben, şu aşağılık, meramını bile neredeyse anlatamayan adamdan daha üstün değil miyim? (Zuhruf / 51-52)
İlgili Haberler
Bugün terörsüz Türkiye için önemli bir adım atıldı
Okan Algün, Teknolojinin Geleceği Tehlikede, Yapay Zeka ve Veri Zehirlenmesi
Hüseyin Yücel mi Serdal Adalı mı?
İtina ile Çökertilen Bir Toplumun Siyasi Davası
Irak Türkmen Milletinin Hali; Hal-i pür melalimiz
Saddam Gerçekten Bir Devlet Adamı Mıydı?