Türkiye’de cami mimarisinin geleceğine ilişkin meseleler, Tanzimat Döneminde başlayıp Cumhuriyetle devam eden, yeni yönetim anlayışının kültürel kökleriyle ilişkisindeki meselelerden bağımsız değildir.
Mimar-Yazar Mehmet OSMANLIOĞLU konuyla ilgili yaptığı değerlendirme de;
“Söz konusu dönemdeki tavrın bir yansıması olarak, millî kodlarından geliştirilip bir türlü ete kemiğe büründürülemeyen “millî mimari üslubu”nun geleceğine dair meseleler, “cami mimarisi”yle ortaktır. Selçuklu ve Osmanlı tecrübesini yaşayarak binlerce şaheser inşa etmiş bir medeniyetin mensuplarının 21.asra dair bir mimari üslup teşekkül ettirememesi, tabiî olarak abidevî mimarinin de çağımızdaki yorumunu, tarzını, örnekliğini oluşturamamış olmasını tevlid etmiş ve bu durum cami mimarisindeki başarısızlığımızın temel meselesi haline gelmiştir.
DİNİ TESİSLERİN ŞEHİRDEKİ PLANSIZ VE ÖLÇEKSİZ DAĞILIMI NASIL HALLEDİLEBİLİR?
Şehirlerimizin hali pür melâli ortada… Hiçbir mübâlağaya kaçmadan söyleyebiliriz ki Tanzimattan beri şehircilik politikalarımız -ne taraftan bakarsanız bakın- iflas etmiş durumdadır…
Şehirlerdeki imar hareketleri mevcut haliyle -kontrolsüz bir şekildeuygulanmaya devam edildikçe de şehrin diğer donatı alanları gibi ibadet mekanlarının da yetersiz, ölçeksiz ve homojen olmayan bir dağılım içinde olacağını söylemek hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
Ülke ölçeğinde plan yapan ve birbirinden bağımsız 10 farklı kamu kuruluşunun varlığı ve bir de kentsel dönüşümün getirdiği yoğunluk artışı mevcut planları daha da uygulanamaz hale getirmiş, hedef yoğunluklar çoktan aşılmış ve şehir nüfusu ve fizikî büyüklüğü neredeyse ikiye katlanmıştır. Gelinen bu durumda planlardaki yoğunluk artışı ve buna bağlı olarak oluşan şehrin nüfusu yanlış imar politikaları neticesinde hedef nüfusu aşarak bütün hesaplamaların üzerinde bir yoğunluğa dönüşmüş ve mevcut donatı alanlarını oluşturan alt yapı ve üst yapıları -dini yapılar da dahil olmak üzere- yetersiz ve dengeli olmayan bir şehir dokusuyla karşı karşıya kalınmıştır.
Burada esas handikapımız; şehirlerimizin temel meselelerinden biri olan yoğunluklarının kontrol altında tutulamayışıdır. Biz şehirlerimizi mâmur hale getirmek istiyorsak; öncelikle planları uygulanabilir ve en az 50 yıl geçerli olacak şekilde sabitlemeli, inkişaf sahalarındaki yeni yerleşim merkezlerini şimdiden planlayıp hazırlayarak bu planlara göre müstakbel nüfusun artışını buralarda karşılamalı, mevcut şehirlerin yapı dokusunu daha da içinden çıkılmaz hale gelmesine mani olmalıyız.
Her şehrin hedef nüfusu onun anayasası gibi olmalı, asla hedeflenen nüfus ve buna bağlı olarak planlanan donatı alanları revize edilmek zorunda bırakılmamalıdır. Şehirlerin kontrolsüz ve limitsiz büyümesi hususunda yukarıda belirtilen tedbirler alınırsa, yaşadığımız çevrenin diğer meseleleri gibi dini tesislerin dağılım ve ölçek sorunu da ortadan kalkmış olacaktır.
Bir de şehirdeki dini tesisleri “mahalle mescitleri” ve “Cuma camileri” olarak kategorize etmek gerekir. Bu kategorileşme içinde şehirde 250 m yi geçmeyen mesafede yaygın olarak yapılacak mahalle mescidlerinden minberleri kaldırıp, Cuma camilerini de beldenin belli merkezi yerlerine bölge cemaatinin tümünü kapsayacak şekilde bir külliye modeline uygun tarzda inşa etmekle camileri hayatın merkezine taşırken, ölçeği doğru planlanan bir şehir modeline adım atmış oluruz.
Bu durumda “Cuma camiî”nin inşaasında referans alınacak büyüklüğün -açık, yarı açık ve kapalı alanlar dahil- 3-4 km çapındaki bölgenin Cuma namazı ihtiyacını karşılayacak kadar olması sağlanırken, diğer ibadet mekânı ihtiyacı her birinde 150-200 kişinin namaz kılabileceği mütevazi ve çatılı-minbersiz- mahalle mescitleri ile rahatlıkla halledilebilir. Bu bize hem iktisadi tasarruf ve hem de cuma camilerini daha görkemli, etkili bir mimariyle ve bir külliye modeliyle inşa edilebilme imkânını sağlayacaktır.
GÜNÜMÜZ DÜNYASINDA CAMİ MİMARİSİ NASIL BİÇİMLENMELİDİR?…
Öncelikle inşa edilecek her bina, içinde bulunduğu çağı yansıtmalıdır. Yeni binalar, yeni yüzleri, yorumları ve tarzıyla içinde bulunduğu çağın tecessüm etmiş, üç boyutlu yansımaları olmalıdırlar. Bu sebeple camilerimizi inşa ederken mimarların ibadet eylemiyle yeni biçim, tasarım ve modelini mezcedecek yeni bir anlayış, deneme, model ve bir biçim geliştirerek cami mimarisini çağımıza adapte etmek gibi bir mesuliyetleri vardır.
Zaten mimarların sadece kadim mimari mirasımızın kötü kopyalarını tekrar ederek mesleki açıdan gelişmeleri, bir yere varmaları da mümkün değildir. Eskinin yapım teknolojisini, ölçü ve malzeme kalınlıklarını bugünkü teknoloji ve malzemeyle aynen tekrar ederek, eskisinden daha iyisini, estetiğini elde etmek de pek mümkün değildir.
Köksüz, nev-zuhur, hiçbir tarzın özelliklerini taşımayan bir yaklaşımla, tevhidi derinlik taşımayan, görselliği ön plana çıkarmakla beraber ibadet fonksiyonunu yeterince karşılamayan, sadece yeni bir şey üretmek adına ortaya konan uçuk-kaçık formların bir mimarî üslup olarak değerlendirilmeleri mevzubahis değildir.
Temelde ibadetin ruhunu yansıtıp-yaşatacak, tasarımcının da kendi özgün yaklaşımını katacağı yeni bir biçim, bir tarz üzerinde çalışma düsturu esas alınarak yola çıkılmalıdır. Çağdaş mimarların cami mimarisine yeni bir soluk kazandırmak için, yenilikçi yaklaşımla, günün ihtiyaçlarını göz önüne alarak ve fonksiyon-estetik-iktisat-mukavemet dörtlüsünü sağlamaya gayret ederek tasarımlar yapmaları, yeni tarzları oluşturmak için çabalamaları sarfı nazar edemeyecekleri mesuliyetlerindendir.
Cami mimarîsine ilişkin dinî ve inşaî temel kuralların ışığında, ibadetin kâmilen ifa edilebileceği mekânların inşaası, özde manânın şekille tevhit edilmesiyle geliştirilecek bir mimarî üslupla mümkün olabilecektir.
Camilerin yörenin mahalli mimarisine ve beldenin ihtiyacına uygun ölçekte, israfa kaçılmadan, tabiî malzeme ve çağdaş teknoloji kullanılarak ve işletme giderlerinin asgari olmasını sağlayacak şekilde tasarlanması meselenin esasını oluşturur.
Camiler mimarinin aynı zamanda estetik açıdan en zengin ifade biçimlerinin kullanılacağı mekânlar olduğundan, bunların tasarımındaki başarı, ülkedeki diğer tüm binaların mimari üslubunun gelişmesine de çok önemli katkılarda bulunacaktır. Türkiye’de 21. yüzyılın camilerinde yeni bir mimarî üslup geliştirilmesi, Selçuklu ve Osmanlı Medeniyetiyle ilişki kuran, ancak onların modellerini aynen tekrar etmeden, günün ihtiyaçlarını karşılayacak ibadet mekânlarını, yeni malzeme ve teknoloji, geçmişteki safiyet ve ruh iklimiyle inşa edilmesiyle sağlanacaktır.
Cami mimarisi, islam mimarisi alt yapısı olan konusunda uzman, ehil mimarların tasarımlarıyla geliştirilebilir. Oldukça yaygın bir alışkanlık olan “aynı projeyi defalarca kopyalayıp taklit ederek” bir mimari üslubun gelişmeyeceği de açık bir gerçektir. Geçmişteki başarılı eserlere ulaşmanın temelinde müteaddit kereler farklı cami projeleri tasarlayarak konusunda uzmanlaşmak, bir tasarımı aynen bir daha tekrar etmemek, her seferinde üzerine biraz daha bir şeyler ekleyerek mükemmele ulaşmaya çalışmak yatar.
Camiler tevhidî mimari yaklaşımıyla ele alınarak tasarlanmalı, mimari üslubun tamamlayıcısı olarak tüm tezyinat, yapı elemanları, renk, doku ve malzeme birbiriyle insicamlı ve bir bütünü tamamlayan parçalar gibi olmalıdır. Bina tamamlandığında tevhidî bir bütünlüğün neticesi olan eseri yansıtmalıdır. Yeni ve modernlik adına birbiriyle ilişki kurulamayacak şekil ve yapı elemanlarını bir araya getirerek oluşturulan bir yapım tarzı, tevhidi bakışın tam karşısındadır.
Mihrabı, minberi, kürsüsü tarz ve biçim olarak ilişkisiz olan ve binanın genel mimari üslubuyla örtüşmeyen tasarımlar köksüz ve temelsiz birer çalışma olarak değerlendirme haricidirler. Estetik, fonksiyonel, sağlam, işletme giderleri asgariye indirilmiş yarı açık mekânları ve kalın duvarlı tasarımlarıyla enerji bağımlı olmayan ve erişimi kolay, girişi-çıkışı doğru kurgulanmış binaları inşa ederek ideal ibadet mekânlarına ulaşabiliriz.
MERKEZİNDE CAMİ-MEDRESE-ARASTANIN YER ALACAĞI BİR ŞEHİRLEŞME MODELİ GELİŞTİRİLMELİDİR.
İnsanların ibadet zamanları dışında günün tamamında yaşayan bir meydan tasavvuruyla, yakın çevresinde alışveriş, eğitim sosyal-kültürel faaliyetlerin yapılabileceği ve dinlenme ve çocuk oyun alanlarıyla caminin bir arada olmasıyla daha geniş kullanımlı güncellenmiş ortak mekânlar elde edilecektir. Bunu gerçekleştirecek konusunda yetkin, yeterli seviyede İslami hassasiyeti olan, ibadetin manasına vakıf, manevî değerlerimizi bilen ve bu konuda ruhumuzun derinliklerindeki tevhidi mimariyi yansıtabilecek meslektaşlara oldukça fazla ihtiyaç olduğu da içinde bulunduğumuz halden anlaşılmaktadır.
Aslında İslam ülkelerinde şehrin gelişimi geçmişte camii merkezliydi. Günümüzde de hâlâ cami çevresinde bir ticari ve sosyal hayatın yaşanmakta olduğu, eskiden olduğu kadar olmasa bile yine de cami çevresinin belli ölçüde ticari mekânların odağı olduğu bir gerçektir. Birer cazibe merkezi haline gelen cami çevresinde insanlar buralardan mekân edinmekte ve şehir merkezinin en azından bir bölümünün bu tarafa doğru kaydığını görülmektedir.
Bu vakıa bizde caminin odakta olduğu ticaret, eğitim ve sosyal hayatın deveran ettiği, çocuk oyun alanları ve ortak diğer mekânların yine bu camiler çevresinde oluşması, önümüzdeki süreçte külliye tarzındaki geniş kapsamlı camii mimarisinin daha doğru bir tasarım olacağı kanaatini oluşturmaktadır.
Mahallelerde ise daha küçük ölçekli, (belki içinde minber olmayan), yapımı daha ekonomik, bakımı işletmesi diğer giderleri kolayca karşılanabilecek olan mekânlar elde ederek hem de daha çok sayıda, ulaşımı kolay (belki 250-300 metrede bir yer alan) küçük mahalle mescitleri ile mahalle sakinlerinin aidiyet duyarak mescidin bakım, onarım ve temizliğini yaptıkları mekânlar herhalde çok daha sempatik ve sıcak bir etki bırakacaktır.
BÜYÜKLÜK CESAMETTE DEĞİL MİMARİ ÇÖZÜMLEME, SANAT VE SADELİKTE ARANMALIDIR…
Bir nesneye ait fizikî mananın, fizik ötesi manasıyla ilişkisi her zaman mevcuttur. Bu çerçevede camilerin arsası ve inşaat yapımına dair kaynakların tamamen kadar meşru ve helâl yollarla temin edilmiş olması, asla haksızlık ve adaletsizlik üzerine bina edilmemesi gerekir. Bu hassasiyet camideki ibadetin huşu içinde yapılabilmesinin en temel şartlarındandır.
Günümüzde binaların daha büyüğünü, cesametlisini, en yükseğini yapma düşüncesinin kapitalizmin bulaştırdığı bir hastalık olduğunu, makul olanın ise; ihtiyacı karşılayacak ölçekte, israfa kaçmadan yapılması gerektiğini, asıl büyüklüğün ise mekâna içkin olan maneviyatta olduğunu, insanların huzur ve mutluluğunun sadelik ve tevazuda olduğunu hatırlamamız gerekir.
Büyük hacimli, yüksek kubbe ve minareleri olan camilerdeki ibadetin diğerlerinden daha feyizli olduğunu iddia etmek boş bir hayalden öteye geçmez. Temelinde ancak meşruiyet ve ihlas olan mekânlar, manevi açıdan feyizli ve huşu dolu mekânlar olarak hissedilir.
Aksi halde kaynaklarının meşruiyeti şüpheli, riya maksadı taşıyan ve gayrı samimi hissiyatla inşa edilen camiler, manen noksan, insan egolarının tatmin edildiği, ibadetten haz alınmayan mekânlar haline gelebilirler. Şehirlerin gürültüsüz, sakin şehirlere dönüşmesinde cami ve çevresindeki sükûnetin büyük rolü olacaktır. Cami minarelerinden dalga dalga yayılan ezanın manevi hazzı, cemiyeti sükuneti barışa çağıran bir davettir aslında..
Bu davet hâleler halinde şehrin bütün dokusuna yayılarak barış ve sükûnetin cemiyete hâkim kılınmasına vesile olacaktır.
Cami ve çevresine dair tasarımlar sakin(yavaş) şehrin teşekkülünün önemli bir parçası olarak bu bakışla yeniden ele alınmalıdır.
Selçuklu ve Osmanlı’nın çocuklarının sükunet ve tevazuun yansıması mekânlar inşa ederek geleceğin sakin ve mesut şehirlerini teşekkül ettireceği zaman hâlâ gelmedi mi?
İlgili Haberler
Emeklilikte Tarihe Takılanlar Derneği Devlet Bahçeli’yi makamında ziyaret etti
Saddam Gerçekten Bir Devlet Adamı Mıydı?
Maltepe’de Cumhuriyet’in 101’inci yılı coşkuyla kutlandı
Cumhuriyet’in 101. Yıl Dönümü Kartal’da Bengü konseriyle Coşkuyla Kutlandı
Kartal Belediyesi’nde Grev Pankartı Asıldı Grev Resmen Başladı
Tuzla’da Cumhuriyet Bayramı kutlamaları coşkuyla gerçekleştirildi